Elimdeki bu sigara yanığı izini ne kadar süre ve hangi şiddetle okşuyorum, bilmiyorum… Saatlerin bozuk aksanda zırvaladığı bir gece, ucuz şarap şişeleri ve Migros’tan alınmış kokulu mumlar eşliğinde, çelimsiz bedenimde oluşan kramplarla birlikte kendime geliyorum. Spor ve özgüvene dayalı kas geliştirme salonu müzik listesinde yer alan beyin sikici şarkıları saygıyla anıyor ve pencereyi sonuna kadar aralıyorum. Gizli ilimlere karşı duyduğum sempati, karşı apartmandaki en ürkütücü karanlığa odaklanmamı sağlıyor. Az ötede, iki kedi doyumsuz bir şekilde sevişiyor. Mart ayı klişesine denk gelen bu denklemin başkahramanı bir üçüncü sarı kedi ile hikâye bir tren vagonu misali devam ediyor. Aklımın iplerini çözmek ve kendime gelebilmek adına su ısıtıcısını çalıştırıyor ve kahve yapıyorum. Yağmur kuşları gibi pencere kenarına tünediğim bu kaçıncı gece diyorum, eksildikçe kendime… Hayatı boyunca yağmur kuşu nedir bilmeyen bir asalak olarak bu örneği doğru bulmadığımı fark ediyorum. Joker hakkımı kullanıyor ve istemsiz bir şekilde dün sabah olanları düşünüyorum.

Benden çokça yakışıklı olmayan, büyük penise ve sağlam statüye sahip o göt veren aklımdan çıkmıyor. Sevgilimin pamuk tenini bir köpek balığı gibi yalamasını, kitleleri peşinden koşturan pop şarkıcıları gibi canlı performansını unutamıyorum. Zevkten kaç köşe olduğunu kestiremesem de, ürkek bir köpek gibi sana dokunmanın kutsallığına küfredebilirim. Birlikte aldığımız siyah beyaz desenli halının omzumdaki ağırlığını tarif edebilirim. Ancak, seni sikmeyi kendisine bir görev olarak kabul etmiş bu çirkin adamın, kırmızı yeleleri olan sidikli baksırını o halıya fırlatmasını onaylamıyorum. Bizatihi acı çekiyor, belirli sanrılarla birlikte anne oluyor, kızıl saçları olan bir adet insan doğuruyor ve onun ölümüne şahitlik ediyorum. Sonsuzluğun darağacında şiirlerimi yakıyor, kıssadan, hissesiz, senetsiz, sessiz, sensiz ve kimsesiz bir birey olarak yaşamak diyorum yaşamak, olsa olsa direncin ve acının izdüşümü…

Kahvem bitiyor, yerimden kalkıyor tekrar yapıyorum. Yerinden sökmek istercesine pencereyi açıyor sokağı izliyorum. Karşı apartmandaki ürkütücü karanlığa odaklanmak isterken, kedilerin artık sikişmediğini görerek üzülüyorum. Yaşamı dayanılmaz kılan kahkahalardan uzak, dört dağın ortasında karavanıyla ölümünü bekleyen ve mavi benekli bir şeytana hizmet eden İsmail abi gibi parmaklarımı toprağa saplıyorum. Şimdilik, emekli maaşına sahip olma ayrıcalığını yaşamak ve tüm paramı ölü bir yatırıma, rakıya, vicdana, vicdanla örülmüş mizaha ve Tom Waits’e tapanlara armağan ediyorum…