Yazamıyorum, zihnim bomboş daha doğrusu zihnim sadece o an ne yapıyorsam onla dolu. Bunun bu kadar harika hissettireceğini bilseydim bunca duyguya, karmaşık fikre, melankoliye ama beraberinde sahip olduğum en iyi özelliğe-yazabilmeye- yine de sırt çevirir miydim? Ya da ne kadar daha çevirebileceğim?
Başkaları da antidepresan kullanırken bunu hissediyor mu merak ediyorum. Ama bunun en doğru tespiti ancak antidepresan öncesinde benim gibi olan birini saptayabilmemle mümkün. Asla anı gerçekten yaşayamayan, en güzel anda zamanın ve güzelliğin geçeceği korkusuyla yaşayan; en kötüsündeyse teselliyi bu, hayatımın en kötü zamanı olamaz, nasılsa daha kötüsü gelecektir tuhaf fikrinde arayan. Sosyal ortamlardaki o ansızın gelen içe çekilmeler, mekandan ve zamandan uzaklaşma hali; akşamları daha belirginleşen hayatımdaki hiçbir somut olayla açıklayamadığım iç sıkıntısı, o buhran, o yaşamdan soğuma hali, ölsek ve her şey bitse isteği; uykusuz ve düşünceli geceler, saatlerce sayfalarca kitap okuma, satırlarda hayatı yaşanılır kılacak ilhamı arama. Belki herkesin başına gelen şeylerdir. Bunları hissediyor olmak iyi veya kötü anlamda özel hissettirmemeli ama herkes yazmıyor; yazacak kadar, bir ifade boşalması yaşama arzusuyla dolu olacak kadar düşünüyor ve hissediyor olmak belki gerçekten de insanın özel bir halidir. Bunları bilmiyorum ama artık duyguları kaybettiğimi biliyorum. Toplumsal sorunların hayattaki her temsiline alık bir ifadeyle bakıyorum, ana haber bültenlerini boş gözlerle izliyorum, Türkiye’deki sağlık çalışanları olarak acınası halimize karşı kalbim bomboş. Trafikte bile içim sıkılmıyor, en son ne zaman ağladım artık hatırlamıyorum, ağlama isteği bile gelmedi epeydir. En son bir günlük sayfasına kelime yığınlarımı kusmamın üzerinden de çok zaman geçti. Neşeliyim ve diğer herkes gibiyim. Yaşasın, neyse ki, nihayet diğer herkes gibiyim! Ama neyi kaybettiğimi ilk kez bir hikaye yazmak üzere bilgisayarımın başına geçtiğimde fark ettim. Bu defa doğru düzgün düşünerek, şahane bir hikaye kurgulayabileceğimi zannetmiştim. Ne büyük bir yanılgı oldu! Duygular yoksa ne yazabilirim ki? Duygulardan ari düşüncelerle insan ancak bir pozitif bilim metni yazabilir, bir edebi yazı değil. İlk defa herkes gibi olmadığım, görünenin ötesini görebildiğim, soyut bir dünyada bedenimden ve maddesel her şeyden uzakta, sadece duyguların ve düşüncelerin arasında gezdiğim zamanları özlüyorum. Bunun verdiği acıyı ve yalnızlığı hiç özlemesem de. İşte öyle bir zamanda bir otobüs yolculuğunda kısa bir metin yazmıştım. Bu metni öyle seviyorum ki; bana hissedebildiğim ve yazabildiğim zamanların hatırlatıcısı olarak onu seçtim.
Edebi Çirkinlik
Otobüs yolculuğu…
Saçlarım yağlı ve dip boyası gelmiş. Midem Açlık’taki yazarın midesinden hallice. Çizmelerim ayağımı yakıyor ve güneş tüm toz zerreciklerini ortaya çıkaracak denli parlak. Sanat filmlerindeki makyajla örtülmemiş insani çirkinlik işte tam olarak bu. Oysa ki yolculuğun ve insanın edebi bir güzelliği olmalıydı. Çok şükür ki , güneş her zaman bu kadar parlak değil. Ellerim her zaman bu kadar kuru değil, dudaklarım da. Tırnaklarımdaki kırmızı oje her zaman bu kadar ucuz değil. Ama başımı kendimden kaldırdığımda, otobüs camının dışına baktığımda; kirli camdan, toz zerreciklerinden ve asfalt yoldan daha öteye…yeşilin her tonunu görüyorum. Açık ve koyu yeşili, yeşilin tonu olan sarıyı ve yeşilin tonu olan maviyi. Bunlara bakınca dünya hiç de fena bir yer değil. Arka plan böyle olursa biz de o kadar da çirkin değiliz. Ne zaman çirkinlik ve güzellik üzerine düşünsem American Beauty’deki rüzgarda uçuşan beyaz poşet sahnesi aklıma gelir.
8.2.16/ Edirne-İstanbul yolu.