“bir müddettir kokusu bile beni hasta etmeye yetse de azımsadığım şeyler, şimdi her sabah midemi oyacak ve ben her uyandığımda o çukura bir kez daha yerleşecekler”
buhranlı bir günümün sabahında böyle yazmışım
çiğnemeden bir an evvel yutayım diyorsun da her sabah yine sunuyorlar ya kahvaltıda
beni kendime kızdıranı da görebiliyorum
çektiğim acıyla pazarlık…
aşina olduğum bir bağırışım itiraz ediyor buna:
“uçuyorlardı! yemin ederim uçuyordu balıklar!! gördüm diyorum…”
bilmiyorum
belki de kaşla göz arasında
benim hatırım için şöyle bir uçuvermişlerdir
benden başka gören olduysa ne mutlu
bu sefer daha yüksekten düşüyorum
düşüş hissinin tanıdıklığı…
soğuktan tir tir titresem de bu kasvetli sıcaklığa sarılmayacağım
bu sarılmayış benim kanatlarım olabilir
korku, korku, korku
senin adını haykırarak tüm ağrıları ben çağırıyormuşum öyle diyorlar
ben tüm yeni korkuları özümseyeceğim
beslemeyeceğim onları
ama inkar da etmeyeceğim varlıklarını
ancak öyle benden gidecekler
kafamın içi kesilmiş heveslerle dolu bir mezarlık
“balıklar yorulduklarında ağaçların dallarına serilip dinlenirler”
aynı anda çok parlak yıldızlarla dolu bir küme
“çok yaklaşırsan ürkebilirler”
artık ne kendini kervan sanan bir han
ne de ulvi yolu arayan tünelim
dağınıklık yaratan her şeyi ardiyeye kaldırmamayı da öğreniyorum
ne cevabım var
ne kararım
elimden geldiğince gerçeği söylüyorum
doğru, bazen seçemiyorum onu
ya da dayanamadığım, hayale daldırıp şöyle bir silkelediğim oluyor elbet
ama gözlerimi avucuma tükürmeyip uzaklara savurmamayı öğreniyorum
İdil Sevin Pak