Sana anlatmam gereken bir hikaye var. Hayır, gitme, bekle. Lütfen. Seninle konuşmaya ihtiyacım var. Bak, oturman gereken yere bir sandalye bile koydum. Tam da oturmayı en sevdiğin yere, en sevdiğin türden bir sandalye. Canının acımasını önleyecek kadar rahat ama uykunu getirmeyecek kadar sert. Tıpkı aşklarını da sevdiğin gibi.

Bir hikayem var. Sana bunu hep söylerim, bilirsin. Çünkü benim her zaman bir hikayem vardır. En karanlık gecelerin en ıslak saatlerinde, öldüğümde bile kimsenin okumayacağı kirlenmiş kağıtlara yazarım en çirkin hikayelerimi. Onlar en çirkinleridir, çünkü kendimi anlatırım. Bilirsin, ben çirkinimdir. Ama söz veriyorum, bu seferki hikayem güzel. Belki biraz gözlerin yaşarır ve bana belli etmeden iç çekersin. Yine de o nefesimi kesen yüzünü buruşturmazsın ve safran yükselmez midenden. Kalbimdeki tüm ökse otlarını söktüm ve senin için ıhlamurlar yetiştirdim. Sırf senin güzelliğine yakışabilecek bir hikaye yazmak için. Ihlamurlar çiçek açtığında da sana anlatırdım, sen de beni dinlerdin.

Biliyorum, fazla vaktin yok. Her zaman bir koşuşturmaca içindesin. Neyi kovaladığını bilmiyorsun, tıpkı seni neyin kovaladığını bilmediğin gibi. Özür dilerim, seni senden daha iyi tanıyormuşum gibi konuşmamı sevmiyorsun. Kendime kızıyorum. Konu seni memnun etmek olduğunda dudaklarımı sıkıca kapatıyorum ve hiçbir şey dememeye çalışıyorum. Zaten seni gördüğümde her şey aklımdan uçup gidiyor. Yazacak şiirim de kalmadı artık. Tanrı seni mısralar hâlinde yaratmış, benim elimden ne gelir ki? Bu çaresizlik beni çok yoruyor, anlayamazsın. Gözlerinin içine baktığımda kalbimden geçen okları kelimelere dönüştürememek, giderek daha çok kanayan bir yara benim için. Umrunda olur mu? Hikayemi kısa sürede anlatıp gitmene izin verdiğim sürece olmaz.

Anlatacağım, söz veriyorum anlatacağım. Ama lütfen, seninle geçirdiğim bu yalnız dakikaların tadını çıkarmama izin ver. Varoluş ağrılarımı senin varlığında dindirmeye o kadar çok ihtiyacım var ki. Hayır, hiçbir şey yapmana gerek yok. Sadece o sandalyende otur ve seni izlememe izin ver. Lütfen başını önündeki o sehpaya dayama, seni o hâlde görünce ağlayasım geliyor. Lütfen dudaklarını aralama ve bana selam bile verme. Seni sessizce, bir heykel gibi izlemem gerek. Tanrı’yla tekrar dost olmam ve biraz daha canımı yakmam için böylesi gerek.

Sana böyle bakmamı sevmiyorsun. Bunu hiçbir zaman dillendirmedin ama bakışların benim üzerimde dolandığında bunu anlayabiliyorum. Bana güvenmiyorsun, hayallerimde bile güvenemezsin bana. Haksız da sayılmazsın aslında. Sonuçta ben konu sen olduğunda ne istediğini bilmeyen, ama yine de istemekten vazgeçemeyen bir yalancıyım. Sadece hikayelerimi dinliyorsun. Onları da sevmiyorsun. Ama söz veriyorum, bu seferkini kendini sevdiğin gibi seveceksin. Ve Tanrı’ya dua ediyorum kendini sevmen için. Yoksa bir hikaye daha boşa gitmiş demektir. Buna bir kez daha katlanabilir miyim bilmiyorum. Tek bildiğim senin umrunda bile olmadan o sandalyeden kalkıp gidebileceğin. Gidersen eğer, lütfen o sandalyeyi kendinle birlikte alıp götürme. Oraya bakıp senin bir zamanlar orada olduğunun hayalini kuramazsam o zaman ayağa kalkmam için başka bir sebebim olmaz.

Dinliyorsun. Bana bakıyorsun ama beni görmüyorsun. Dinlediğin de ben değilim zaten, hikayelerimde aradığın başka bir şeyin peşindesin. O şey ben değilim. Sabırsızsın. Benden kurtulmak için bekliyorsun. Umrunda değilim ama yine de karşında olmamı istemiyorsun. Biliyorum, çok fazla vaktini alıyorum. Seni yoruyorum. Hikayeyi dinlemek istiyorsun. Gerçekten istediğinden değil, sadece kalkıp gitmek istiyorsun. Bitirmeden gitmene izin vermeyeceğimi biliyorsun. Haklısın, seni daha fazla bekletmek haddime değil. Ama biraz izin verseydin de gözlerindeki gün batımını izleyebilseydim keşke. Her neyse, zaten bu hikayeyi sen de biraz biliyorsun. Umarım ki gözlerin buğulanmaz da ben orada güneşimin batışını izleyebilirim.

Tamam, zorlama artık beni. Başlayacağım şimdi anlatmaya bu hikayeyi. Senin hikayeni.