-bu nehrin suyundan içen gölgeler dünyada yaşamış oldukları geçmiş fâni hayatlarına dair her şeyi unuturlar.-
attığım her adım daha da büyütüyor dünyayı
dünya büyüyor, kokular çoğalıyor
gün geçtikçe
gökyüzü dumanlarla çevrildikçe, içine çektikçe
onu
onu diyorum, yani dünyayı
onsuz nasıl yaşayabilirim?
bu geceden çıkabilmek için tekrar yaşamayı denedim
hayata döndüm
mistik türküler buldum
ben bir garip idim
id’imi doyuramadım.
hiç aşk yok, o yokken.
hiç gece yok, gün yok
yok artık aşk gibi kırmızı olan tek bir yan
tütsü mumla dans ederken, ışığı süslerken dumanı, dalgalanırken
ruhumda
kim bilir kaç beden var uykuya direnen.
müzikle dirilen, müzikle dinilen
yol üstünde sağa dönülen, karşıdan karşıya geçilen
ağlayan, ağlanılan
kaç sokak var kim bilir.
kahveyle geçiştirilmiş öğünler…
ve ben biliyorum; kahveyi değil, çayı sevdiğini
eskiden haz aldığını
anıları sevsen de bazen kaçtığını.
…. hayalim olduğunu, bu nehre giren ölülerin unuttuğunu…….
ve sen biliyorsun, hiç kapanmayan bir aralık olduğunu
ayakkabılarını kapıya doğru koyduğumu,
adımların hep düşsün diye bahçeme.
ölüm ve yaşam arasında uzun bir yolun taşıdır şimdi ayaklarımı deşen.
ruhumu dehşete düşüren
gerçek seni incitebilir,
gerçek bazen incitebilir.
arabesk yanının hep yanında durduğunu, modern zihninin altında yatan küflü duyguları
biliyordum
canavarının seni
gölgeler üstüne düştüğünde ilga edeceğini.
gerçek seni incitebilir,
gerçek bazen incitebilir.
tavanda sallanana canları,
kitaplardaki çanları,
tenimi kavuran güneşi
ruhumu okşayan şiiri,
duyuyordun.
duyuyordun hazinem,
attığım adımları
yırttığım kağıtları
dilimden dökülenleri.
ölüm ve yaşam arasında uzun bir yolun taşıdır şimdi ayaklarımı deşen.
ruhumu dehşete düşüren
pastoral bir melankoli.
“Neden bu kadar geciktin Lethe?”
boğulmaktan korkmuyorum, ölüm uykunun kardeşidir.
unutumak istiyorum.
kaybolmak ölümcül bir dürtünün yaşam çanları arasında..
iç.
“kalbim, unut bu şiiri.”