O çok meşgul. O her gün kendi dünyasının bir kıtasında doğup gece yarısına kadar dünyasını defalarca turlamış oluyor. Hiç vakti yok. Kendine ait bir odası yok. Her yere konuk, her oteline müşteri ve her kapıdan çıkmaya hazır. Hiç aksamadan iki işte birden çalışıyor düşünebiliyor musunuz? Hem de tek maaş almasına rağmen çift mesai vakit yatırıyor. Yollar, görevler, projeler, aktiviteler bitmiyor. Hepsinin en sonunda mini mini anlar kalıyor, yurtsuz dakikalar, (şanslıysa) kurtarılmış saatler. Onların tümünü de diğer insanlara adıyor ama. Arkadaşlar, aileler, arkadaş bile olmayanlara verilmiş sözler… Geriye kalan kocaman bir sıfır. Hiç. Keşke böyle olmasaydı. Ama her gün oluyor. O çok meşgul.
İşte bu yüzden de beni “İş”e aldı. Daha doğrusu o almadı, ben bu “İş”e girmek istedim. “İş”e başladığım ilk gün akşamında bir jüri sunumu ve çıkışında da bir grup konseri olmasaydı eminim “İş”e başladığımı ona bildirebilirdim. Ama sonuçta yapılması gereken bir ”İş”i vardı, vakti olsaydı kesinlikle o da beni bu “İş”e almak isterdi biliyorum. O yüzden içim çok rahat, kötü bir şey yapıyor sayılmam ne de olsa. Bazılarımızın hayatlarında oldukça çok boş vakti vardır, (mesela benim gibi) o yüzden kendilerine ait bu “İş”i kendi başlarına halledebilirler. Ama maalesef ki bazılarımızın da hiç vakti yoktur, (mesela o gibi) o yüzden “İş” eksik kalır. Tamamlanmayan “İş”in insanın hayatında sorun çıkardığı, milyonlarca insanda intihara kadar giden çok ciddi sıkıntı ve travmalara yol açtığını bilmenizi isterim. Ben ona asla kıyamıyorum, bu sebeple de bir sorunu çıkmasın diye “İş”ini ben devraldım. Bir yandan bu mesleğin öncüsü olduğum için kendimle çok gurur duyuyorum açıkçası, ama öte yandan da çok kaygılandığım, başaramayacağımdan çok korktuğum zamanlarım da hiç eksik olmuyor. Örnek alabileceğim kimsem yok. Bu “İş”i ben keşfettim, her bir hareketim tarih oluyor ve sorumluluk taşıyor. Bu baskıyı hayal edebiliyor musunuz? İşte ben o baskının içinde yaşıyorum. Ancak sorun yok, uzun zaman oldu. Alıştım, hatta övünmek gibi olmasın ustalaştım bile diyebilirim size. Hem “İş”te hem de baskı konusunda. Zaten aksi olsa onun hayatında çoktan terslikler baş gösterirdi. Ama emin olun ki her şey tıkır tıkır işliyor. Ben “İş”in başındayken o kendi işleriyle rahatlıkla uğraşabiliyor. Vakit damla bile artmadan değerlendirilmiş oluyor böylece. Her bir damlayı o hayali çizelgesindeki göle aktarabiliyor gerçekten. İnanılmaz değil mi? Fakat inanın, çünkü her gün oluyor. Keşke böyle olmasaydı… ama oluyor. O çok meşgul.
Size “İş”in nasıl bir şey olduğuna dair biraz bahsedebilirim, ancak bir şartım var: bunu sakın ona anlatmayın olur mu? Biliyorum biliyorum daha az önce size, o uygun olsa “İş”e başladığımı ona bildirebileceğimi söylemiştim. İlk başlarda böyle de hissediyordum tabi. Ama “İş”in başında zaman geçirdikçe fark ettim ki yaratılan kendi “İş”inin büyüklüğünü görseydi eğer o çok üzülebilirdi. Yani, çok fazla sayfa birikti şimdiye dek, anlatabiliyor muyum? Bir zamanlar bir kadınla belirli durumlarda gerçeği gizlemenin gerekliliği üzerine tartışmıştım. O tartışmanın sonunda bile hala aynı kaldım ben. Çok uğraştım, anlayıp kabul etmeye çalıştım ancak nafile. Dürüstlük bana oturmadı. Gerçeği saklayanlardan oldum her zaman ben, gerçeği iyi duygularla takas edenlerden. Bir gülümseme, bir göz parıltısı için gerçekleri avucumun içine gömdüm. Elimi sımsıkı bir yumruk yaptım ve gerçeğin dikenlerinin bileklerime doğru akıttığı kanı gülümseyerek izledim. İşte ben böyleydim ve böyleyim. Bu sebeple o, bu “İş”i yaptığımı asla bilmemeli. Onun üzüntüsünü göreceğime bütün o kağıt tomarlarını yakmayı tercih ederim. Evet, bu yangın hiçbir şeyi çözmez, hatta daha da kötü yapar biliyorum fakat onun üzüntüsü benim en büyük felaketim olurdu anlıyor musunuz? Ben ki bu dünyanın bomboş gezeni, onun kişiliğinde ve hayatında anlam bulabildim sadece. Onu özümsedim, içselleştirdim, “İki bedene de ne gerek var?” dedim. “İki göz, iki akıl, iki kalp fazladan bir israf olmaz mı?” diyebildim ona. O bana sorgulayan gözlerle baktı. Hem inanmamıştı hem de yapılması gereken bir sürü işleri vardı. Koşturması gereken koca bir hayat. Gitti, ben de “İş”inin başına geçtim böylece. “İş”inde teselli bulabildim. Yokluğundaki en parlak liman buydu. İyi yaparsam onu kurtarabileceğim bir ödev. İyi yaparsam anlamın kırıntılarına doğru bir seyahat. Dört elle sarıldım ve bugünlere gelebildim işte.
O da ne öyle? Niye bu göz devirmeler? Sıkıldınız mı yoksa? “Bu da bir başka klişe aşk hikayesi işte, süslemeyi bırak da sonuna gel” mi diyorsunuz içinizden? Evet evet, görüyorum ki durum tam olarak böyle. Ne diyebilirim ki, anlayışsızsınız. Sabırsızsınız. Saygısızsınız da üstelik. Evet, kesinlikle kararımı değiştiriyorum. Vazgeçtim. Size anlatmayacağım “İş”in detaylarını. Siz bunu hak etmiyorsunuz. Sizin yeniye dair inancınız kalmamış. Büyük sözlere sırıtarak cevap veriyorsunuz, her şeyin bir ötekinin biraz farklısı olduğuna çok eminsiniz. “Her şey bir kategoriye girer ve o başlıkta incelenir bla bla bla” değil mi? Yozlaşmış alçaklar. Bu bir itiraf olacaktı, “İş”i paylaşıp rahatlamaktı arzum, size yeni bir meslek öğretip ufkunuzu açmak, baskıdan kurtarmak istiyordum o zavallı omuzlarımı. Zavallı omuzlarım ve zavallı ellerim, ne kadar aşkla çalışıyor olsalar da nasıl bitap düştüler siz bilmiyorsunuz. Ve asla bilmeyeceksiniz de. Sakın bana sormayın, zorlayıp sıkıştırmayın, asla söylemeyeceğim sizlere.
Vakit çok değerli. Ve maalesef onun da hiç fazladan vakti yok. Bu yüzden bir “İş”im var işte. Gitmeliyim. Çok bile oyalandım, hemen “İş”in başına geri dönmeliyim. Çünkü o çok meşgul.