“beni koyup koyup gitme, ne olursun. durduğun yerde dur. kendini martılarla bir tutma. senin kanatların yok. düşersin yorulursun. beni koyup koyup gitme. ne olursun.”

 

Yalnızlık sadece insana özgü bir mücadele mi, yoksa kediler de yalnız hisseder mi ara sıra? Firuze’nin mamasını tabağına koydum. Akşam işten eve geldiğimde o küçük suratından hiç eksik olmayan mağrur ifadeyle baldırlarıma sürtünüp gırlaması “Özledim,” demekmiş kedicede. Telefona yüklediğim uygulamaya dinlettim. O da tüm gün tek başına kaldığından, hoşnutsuz olsa gerek. Firuze, hiç şikayet etme. Dostlarınla ayda yılda bir çıktığın akşam yemeğinde lokmalar hiç boğazına dizildi mi; iki haftadır mesaj atmasını beklediğin adamla kahve içmeye giderken yarı yoldan dönmek istedin mi eve? Seni sokağa salıversem, diğer kedilerle oynasan, dans etsen, sevişsen böyle hisseder miydin yine?

Her Allah’ın belası gün sabahın sekizinde açarım dükkanı. Hayatımda giyemeyeceğim markalardan kıyafetleri temizler, çıkmayacak tüm lekeleri çıkartırım. Üç yıl önce vefat etti babam, ondan bana yadigar burası. Okulu bırakıp dükkanın başına geçtim, istediğimden değil ha zorunluluktan. Bu dükkandan başka kimim kalmıştı ki?

Akşamüstü, tam kepenkleri indireceğim zaman, arkamdan bir ses: “ Kusura bakmayın, şunu bıraksaydım hemen!” Geniş omuzları, köklerinden beyazlamaya başlamış tel tel siyah saçları, keskin bakışları, hiçbir renk parıltısının olmadığı kapkara gözleri. İçim ürpermişti onu ilk gördüğümde, ama bu his ne çekimin karşıkonulamazlığını ne de flörtün yumuşaklığını taşıyordu. Çekindim yüzüne bakmaya: “Buyurun, alayım.”

Armani marka, x-large beden siyah bir kaban bıraktı o gün bana. “İki güne hazır olur değil mi,” diye sordu. Hazır olacağını söyledim. Onu tekrar görmeye ihtiyacım vardı, onu görmek istiyordum ve ne hissettiğimi anlamak.

Kabanla içeri girdikten sonra kepenkleri indirdim. Gri metal askısıyla kabanı tam karşıma astım. Sigara ve soğuk hava kokusunun sindiği kumaş, dirseklere doğru hafifçe tüylenmişti. Çok yeni olmasa gerek. Elimle cepleri yokladım. Ceketin iç cebinde bir kartvizit: Avukat Suat Songül. Kendisi Suat Songül müydü yoksa avukatlık bir işi mi vardı sadece? Öğrenmenin tek yolu yarın sabah karttaki numarayı aramaktı.

İnsan neden bu denli uzaklaşır kendinden? Aynalara bakmaya bile utanır, açmaz hiç lambaları. Çayı soğuyunca umursamaz, saatte bir geçen otobüsünü kaçırınca bile üzülmez mi? Ortaçgil çalınca içi kırılmaz, salçalı makarna yerken garip, sıcacık hissetmez. Artık kurtulsam şu boktan hayattan, çekip gitsem buradan belki bir göçmen botuna atlayıp Yunan adalarına doğru. Yeni bir ben yaratsam ve unutsam eskisini. Yeni tanıştığım insanları uyutsam, bambaşka biri olsam. Güzel olmaz mıydı Allahım?

Ertesi sabah uyandığımda düşündüğüm tek şey siyah kabanlı adamdı. Sabah rutinimden sonra bir kahve yapıp tezgahın ardındaki rahatsız sandalyeye oturdum ve dükkanın telefonundan Suat Songül’ün numarasını tuşladım.

-Alo Suat Songül Hukuk Bürosu.

Tiz bir kadın sesi telefonu açınca ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemedim. Kapattım hemen geri. Dünkü planlarıma göre, Suat Songül açacaktı telefonu ve ben de anlayacaktım dün bana  “Kusura bakmayın,” diye seslenen ses avukatın mıydı?

Ayağa kalkıp tüm dükkanı turladım. Bu gizemli adamı aklımdan çıkartamıyordum. Hatırlamaya çalışıyordum, aşağı yukarı kaç kilolarındaydı, ne kadar kırışmıştı gözlerinin kenarları, kaç yaşlarında olabilirdi? Avukata benzer bir hali de vardı aslında. Tekrar mı arasaydım? Yine çarpıntım başladı, nabzımı ölçmeliyim. Bir kere gördüğü adamı düşünürken taşikardi olur mu insan, saçmalama. Otur tekrar ara bürosunu. Bir randevu al. Eşimden boşanmaya karar verdim, acılıyım, aldatıldım de. De bir şeyler işte Aslı, uydur.

Tekrar aradım numarayı.

-Alo Suat Songül Hukuk Bürosu.

-Alo, merhaba.

-Merhaba, size nasıl yardımcı olabilirim?

-Ben bir görüşme rica diyorum. Eşimden boşanmaya karar verdim de.

-Sizin için bu hafta bir randevu oluşturabilirim. İsminizi öğrenebilir miyim?

-Belgin. Belgin Yılmaz.

-Belgin Hanım, Cuma öğleden sonra üç buçuk uygun mudur sizin için?

-Evet uygun.

-Randevunuzu oluşturdum, iyi günler dilerim.

-İyi günler.

Ne yaptım ben? Olmadığın yeni biri gibi başlamak istiyordun tekrar ya hayatına, al işte Aslı. Senin için bir fırsat. Eee benim kocam yok ki. Uydurursun onu da, ismi de Berat olsun. Olmayan kocamdan mı boşanacağım ben şimdi? Boşanacağını kim söyledi. Kabanın sahibiyle farklı bir yerde sanki denk gelmişsiniz gibi tanışacaksın işte, isteğin bu değil miydi? Tabi kabanın sahibiyse. Tanıştıktan sonra ne olacak, ciddi bir iş sonuçta. Adamın vaktini alacağım. Dün gece yatakta dönüp dururken düşünebildiğin tek şey onunla tanışmaktı ama, sonrası hiç umurunda değildi. Değildi ya, değildi. Aldım başıma belayı.

O gün hiç yapmadığım kadar çok iş yaptım. Bana emanet edilen tüm giysileri köşe bucak temizledim. Tek tek lekelerini çıkarttım, makineye attım, ütüledim ve poşetledim hepsini. En az alındıkları gün kadar parlak oldular. Etlerimin ağrıdığını hissettiğimde yere çömeldim. Saat akşam sekize geliyordu.

 

Suat Songül ile karşılaşmamızdan iki gün sonra -artık Suat Songül diyorum çünkü beynim kendi kendini inandırdı onun Suat Songül olduğuna- garip bir tutukluk hakimdi vücuduma. Bugün için sözleşmiştik, kabanı onu bekliyordu. Lekesiz, kokusuz ve tertemiz. Ben de onu bekliyordum. Annem beni doğururken öldüğünde henüz yirmi altı yaşındaymış, kim bilir belki de öleceğini bilseydi hiç doğurmazdı beni, KİM BİLİR belki de karısının öleceğini bilse babam o gece arkadaşlarıyla rakı yapar gelmezdi eve, kim bilir belki de ben olmasaydım çok sağlıklı bebeleri olurdu sonralardan üç tane. Belki babam da erken gitmezdi annem ölmese. Sağlam adamdı ama acılıydı. Var olmasaydım böyle çaresiz kalmazdım. İnsan yok oluşta da yalnız mıdır yoksa?

Tüm gün bekledim. Kimse de gelmedi.

Ah akıl etseydim telefon numarasını almayı! Arardım, açardı. Salak kız, insan müşterinin ismini almayı da unutur mu? Suat Songül olup olmadığını öğrenirdin, şu saçma boşanma hikayesine de gerek kalmazdı o zaman. Sanki ilk kez yapıyorsun bu işi. Çaylak gibi tutuldun kaldın adamın karşısında. Ama insan o güzelim kabanı da öylece bırakmaz herhalde.

 

Üç buçuk demişti telefonda sekreter kız. Saat öğlen bire geliyor. Yandaki camiden yankılanan ezanın sesi. Sadece bayramda seyranda giydiğim gömleğimle kırmızı hırkamı giydim bugün. Ayakkabılarımın topuklarını da sildim sabah. Bu saate kadar kabanı almaya gelen yok. Acaba avukatla buluşmaya giderken kabanı da mı götürsem? Tabi ki boşanacağım geçimsiz, alkolik bir kocam da var avukat bey! Cebinizde bu numarayı görünce hem kendi işimi halletmek istedim hem de sizsinizdir belki Suat Songül diye kabanınızı da getiriverdim. Ne zahmeti! Bizde daima hizmet, hep hizmet.

   Gerginlikten terlemeye başlamıştım. Onu tekrar göreceğimden miydi bu stresim yoksa söylediğim yalanı nasıl çevireceğimi düşündüğümden mi? Eh be Aslı! Sekreter kıza bile, ismim Belgin Yılmaz dedin. Rahat olsana biraz. En kötü koşarak kaçarsın oradan. Seni yakalayacak halleri yok ya arkandan koşup. Öyle değil işte, kabanı ne yapacağım? Ya adam Suat Songül ise, kaban onunsa, kabanını almaya gelirse! Ama ya beni ofiste de görürse, hatırlarsa! Görüşmeye girersem ne olacak, of peki girmezsem ne olacak! Hiçbir şey olmayacak. Bak sana diyorum, carpe diem.

Dükkanı kilitleyip çıktım. Zaten Cuma vakti, uğrayan olmaz. Kaban elimde, bir taksi çevirdim. Takside yolu seyrederken o kadar çok çıtlattım ki parmaklarımı, eklem yerlerim ağrımaya başladı. Derin derin nefes almaya başladım. Taksici, “İyi misin abla,” dedi. “İyiyim,” iyiyim. Sadece dükkan, ev ve Firuze. Aynı surata sahip ama aslında hepsi birbirinden farklı, algılarımdan içeri giremeyen müşteriler. Dükkan, ev ve Firuze. Alışmışlık hissi. Alışmış, kudurmuştan beterdir. Bu uçsuz bucaksız karanlıkta bir girdaba kapıldım, sürükleniyorum. Kimseye, beni kurtar, demiyorum. Dükkan, ev ve Firuze. Büroya geldik.

Çelimsiz gri apartmana baktım. Üçüncü katın sağ camında kartvizittekiyle aynı fontta Avukat Suat Songül yazıyordu. Saat üçü çeyrek geçiyor. Dakiğim.

Kapıyı sekreter kız açtı. Yüzü, sıradanlığı ve sevimsizliğiyle hayalimdeki gibi.

-Hoş geldiniz.

-Hoş bulduk.

-Belgin Hanım değil mi? Buyurun, oturun. Suat Hanım’ın toplantısı var, yirmi dakikaya görüşecek sizinle. Çay, kahve arzu eder misiniz?

-Yok teşekkür ederim, diye gevelerken ağzımda, sesim çatallaştı.

Hanım mı? Suat Hanım mı? Koluma asılı kabanla zar zor ilerliyorum koltuğa doğru. Suat Hanım mı? Oturdum koltuğa, sağ baldırımda ince bir sızı. Aklımdan çıkaramadığım o adam belki de hiç gelmeyecek kabanını almaya. Suat ismi de kadına konur mu, ne çirkin. Kısa koridorun sağındaki odanın ahşap kapısının ardından konuşma sesleri geliyor. Nedensizce anlamlı hissettiğim anların hiçbir özelliği yoktur belki de. Anlamsız, önemsiz biriyimdir. O adam da kocaman bir delüzyondur. Belki Suat Songül gerçekten kadındır. Hiçbir zaman bulamayacağım. Neyi? Anlamsız, önemsiz biriyim.

 

Kendimi apartmanın kapısından sokağa attığımda kabanı içeride bıraktığımı hatırladım.