Günaydın efendim, bugün biraz geç uyandınız. Yorganımla beraber yatağın diğer tarafına döndüm. Ben kimsenin efendisi değildim. Açıkta kalan sırtıma serin bir yel değdi. Küfrederek uyanmak zorunda kaldım. Gittim, önce elimi yüzümü yıkadım sonra dişlerimi fırçalamaya başladım. Diğer elimi kullanarak oval hareketlerle diş fırçasını gezdirdim. Nöronlar için faydası varmış. Sonra hatırladım, bana efendim diyen kimdi? Dün bir misafirim gelmemişti, aksine dört gündür evimden dışarıya çıkmadım; hatta duş bile almadım. Hızlı bir hareketle suyu açtım. Sigaramı yakıp duş almaya başladım. Sigara önemliydi çünkü ben ona tarifsiz anlamlar yüklemiştim. Kimi zaman onla konuşmuştum, kafama taktığım her şeyi ona anlatıp izmaritle beraber kanalizasyona yollamıştım. Bazen de manzara eşlikçim olmuştu, ‘Ulan hayat sen mi büyüksün ben mi?’ kavgama eşlik etmişti. Nitekim hayata karşı hep yenilmiştim. Kriz anlarımda da yanımdaydı, tutuştuğum lise kavgalarında, yaşadığım ayrılıklarda, arkadaşlarımı konsol oyunlarında madara ettiğimde; kısacası her istediğimde yanımdaydı. Bu kadar güven vermeyen arkadaşımı, yakınımda tutmak ise beni heyecanlandırmayı başarabilen bir o kadar keyifli bir o kadar da tehlikeli oyundu. Çünkü yeterli parayı çıkarmasam anında beni terk ederdi. Olsun. Terk edilişteki ilk seferim olmazdı. Metroda gördüğüm meleğin benden önce inmesi de kurduğum hayallerin bir kamyonun arkasına binip gitmesi de bağcığımı bağlarken grubun uzaklaşması da terk ediliş sayılmaz mıydı? Sahi, kimdi bana efendim diyen? Telefonumun çalmasıyla apar topar duştan çıktım. Havlumu yarım yamalak sarmalayıp koştur koştur yetişmeye çalıştım? Alo! Efendim! Sesim geliyor mu? Arayanın numarası kayıtlı değildi, ne dediğini de anlamadım. Bugünkü planımı hatırlamaya çalıştım. Tüm gün Emirgan Parkında oturup Beykoz’u izleyecek, emekli amcalarımı lafa tutacak, onlar doktor randevusuna yetişmeye çalışırken onları alıkoyacak, cenazemi planlayıp tabutumu taşıyacak 4 kişinin olup olmadığını düşünecek, güzel şarkılar dinleyecek ardından çocukluğumu hatırlayıp iç geçirecektim. Çocukluğumda şiir yazmayı severdim. Babamın askerlikten kalma şiir kitaplarını okur, anlamazdım. Yine de onları taklit etmeye bayılırdım, birkaç kelimeyi değiştirip yeniden yazar, benim yazdığımın yayınlanmamasındaki sebebi arardım. Tanınmayı ve sevilmeyi severdim. Birileri hep övsün isterdim, şöyle bir bakar kimin hangi hareketi yaparsam hoşuna gideceğini çözüp onu yapardım. Bu işte başarılıydım belki de oyuncu olmalıydım. En azından oyunun birinde başrol olabilirdim. Kendi hayatımda ancak figüran rolü verilmişti ve tek bir sahnem olmasına rağmen tüm oyunun içine etmeyi başarmıştım. Temiz kıyafetlerimi üstüme geçirdim, planladığım gibi Emirgan Parkına doğru yola koyuldum. Güzel bir şarkı seçtim, lise yıllarında kurmayı planladığım grubu düşündüm. Kimsenin enstrüman çalamadığı bir grup… Lise yıllarım güzeldi, aşkın, dostluğun, acının, kederin, mutluluğun, huzurun tadını aldığım zamanlardı. Derslerden kaçıp para birleştirmek suretiyle aldığımız paketleri hatırladım. Bu ekibi hep çok sevdim, bizim dostluğumuz kendimizce dünyanın en iyisiydi. O kadar iyiydi ki sevgililerimiz birimizi birinden kıskanırdı. Ayrılıklar da böyle yaşandı. Sigara aldığımız parayla karnımızı da doyurabilirdik ama biz cadde boyunca leş kokan çiğköftecilerden birer parça ‘tadımlık’ dilenmeyi seçtik. Her dükkâna birimiz girerdik, o zamanlar henüz insanlığın kaybolmadığı zamanlardı, sigaranın da parasızlığın da öğrenciliğin de rezilliğini bilen insanlar belki acırlardı bize ama her birimize birer parça vermeden de yollamazlardı. Ödediğimiz bedelse bir kulağımızdan giren öbüründen ışık hızında çıkan hayat hakkındaki nasihatlerdi. Bizim grup hayalimiz de böyle başladı, beş sene içinde herkes birer enstrümanda ustalaşacak içimize attıklarımızdan şarkılar yazacak, bu sefer seyirciden içtiğimiz sigaranın yanına alkol parası isteyecektik. Nitekim birisini yarı yolda yalancılıktan kaybettik, geriye kalanlardan birisi kendi holdingini kurdu en ünlü grupları özel olarak doğum gününe çağırmaya başladı. Bir diğeri kendi yolunu çizdi iki çocuk sahibi oldu hanımıyla abartısız, nüktedan bir hayat yaşamakla meşgul. Öteki… Öteki çok büyük mücadeleler verdi. Ne bir sevgilisi oldu ne de holdingler kurabildi. Kendiyle verdiği mücadelede mağlup oldu. İlk zamanlarda para biriktirmeye karar verdi, sonra üniversite hayatına devam etmek. Üniversiteye geç başlaması kayıp şöyle dursun, kesinlikle kendisini geri kazanması konusunda yardımcı oldu. Şimdi ise Avrupa’da çok önemli bir şirketin Asya sorumlusu olarak çalışıyor. Dışarıdan çok güzel görünse de kendi içinde verdiği savaşı bitiremedi. ‘Her şeyi aşmayı başarabildim ama neden sevilmediğimi düşünmeyi aşamadım’ demişti. ‘Merak etme güzel arkadaşım, biz Tanrının yalnız adamlarıyız’ diyemedim, ‘Hiçbir şey için geç değil senin işlerin hep biraz geç oluyor’ da diyemedim. ‘Kafana takma böyle şeyleri.’ Diyebildim. Sabahki sesi yine duydum. Etrafıma bakındım, yine kimseyi göremedim. Parkın kapısından içeri girip manzaranın en güzel gözüktüğünü düşündüğüm yere doğru ilerledim. Olcay Amca ve Sertap Teyzeyi gördüm, yollarından ettim sevecen yüzlerini dostluk sanıp konuştukça konuştum. Çocukların oyunlarına baktım, bir de yetişkinlerin. Gittim bir banka oturdum. Manzaraya baktım, akıp giden yaşantıma. Evet burası huzuru hissettiğim yer ve buradan ayrılmak istemiyorum. EFENDİM! YA BEN KİMSENİN EFENDİSİ DEĞİLİM! Ses tüm parkı inletmiş olacak ki herkes bana dönüp baktı, ben de dönüp onlara baktım. Yabancı olmayan bu yüzlerle bakıştık. Aralarından biri takıldı gözüme, kalbim hızlandı zamansa yavaşladı. Kafamın içinde ‘Yalnızlar Rıhtımı’ çalmaya başladı. ‘O’ sadece baktı, bense afalladım. ‘Git buradan’ dedi, ‘Geldiğin yere geri dön.’ Sorgulayamadım, ben ona ezeli mağluptum. Şuradan kendini at dese saniye bile düşünmezdim. Dönüp geldiğim yere gitmeye başladım. Evime doğru gittikçe hava kapanmaya başladı, beş dakika sonra da yağmur başladı. Rüzgârdan yürüyemiyordum hatta yürümeyi geçtim adım bile atamıyordum. Zar zor kendimi binanın kapısının önüne attım. Sokakta ambulans vardı, bizim binaya girmişlerdi. Allah’ım inşallah Melahat Teyze vefat etmemiştir, beni kaplayan endişeyle merdivenleri üçer üçer çıktım kalabalığı yardım, son kişiden sıyrıldıktan sonra yerde yatanı gördüm. Bileğini kesmiş, ilk müdahale erken mi yapılmıştı acaba…
Gözüme tutulan beyaz ışıkla açtım gözlerimi. ‘Beni duyabiliyorsanız gözlerinizi iki defa kırpın’ kırptım. ‘Beni görebiliyorsanız gözlerinizi iki defa kırpın’ kırptım. Bu komutu duyunca görebildiğimi fark ettim, rahat hareket edemiyordum yine de etrafa göz gezdirdim. Serum, yangın tüpü, tıbbi ve evsel atık… Hastanede olduğumu anladım, başımda bir kalabalık vardı. Bana seslenen doktorun adının Olcay olduğunu gördüm, yanında da Sertap vardı. Yaka kartlarında yazıyordu. ‘En son kimle konuştunuz?’ Hatırlamadığı söyledim. Yine aynı şekilde uyumak istediğimi. ‘HAYIR!’ dedi Sertap Hanım ‘Bu çok tehlikeli.’ Kabullendim. Kafamı sağa yatırıp baktığımda ağlayan birkaç kişi gördüm. Melahat Teyze’nin gözümü açtığımı görünce ağlaması kesildi. Diğerlerinin omzunu dürtüp beni işaret etti. Yıllardır görüşmediğim lise arkadaşlarımı gördüm. Bir şekilde hepsinin orada olmasına sevindim. Göz göze geldiğimizde bana kızdıklarını anladım. İşlerinden ettiğim için mi yoksa onları endişelendirdiğim için mi bilemedim. Onları görünce gülümsedim. Biraz canım yandı. Esnaflardan, komşulardan, duyan birkaç kişi daha oradaydı. Rıza Abi, Kapıcı Vedat, hemşerim Kadir ve bir iki kişi daha. Daha fazla bakamadım kafamı sola çevirdim. Kafamdan kaynar sular döküldü… ‘O’ kahverengi rezil bir sandalyeye oturmuş elimi tutuyordu. ‘Telefonunu görünce şaşırdım, Efendim deyip durdum. Cevap gelmeyince ben de endişelenip polisi aradım. Neyse boş ver şimdi bunları, Emirgan Parkındaki ilk karşılaşmamız ne güzeldi değil mi? Tam cesaretini toplamıştın bana doğru gelirken yağmur başlamıştı insanlar kaçışmaya başlayınca konuşamamıştın. Yağmurda öylece ıslanmıştın.’ Deyip gülümsedi. Çok hızlı konuşuyordu, dediklerinin birazını yakalayamadım. Sertap Hanım imdadıma yetişti ‘Hastayı yormayalım, sizi de dışarı alalım.’ İçimden yüzüne karşı minnetlerimi ilettim. Çıkarken ‘Ben hep buradayım unutma olur mu?’ dedi. Gözlerimi kapattım, o gidene kadar da hiç açmadım…
Hasan Argün
Hikâyenin bütünlüğü çok etkileyici geçişlere bayıldım