Çabuk çıngıraklı yılanlarımı getirin bana !
Hasetten her kavruluşlarında kanatlarım renklenir, yüzüm porselenleri kıskandırır. Derim herkesin yaptırmak istediği dövmelerin film şerididir. Kasabadaki bu telaşın hepsi ruhumu temizliyor sadece. Yüzüme o huzurlu gülümsememi eklediğimde yoktur benden daha şeni. Çünkü bilirim ki saadetimin her damlası keskin bir bıçak olur, acı veren bir yavaşlıkla kellerinden sıyırmaya başlar. Öyle bir yavaşlık ve keskinliğe bürünür ki her biri adını bile unutur hâle gelir. Çığlık atmaya çalıştıklarında gerinen kafa derileriyle kader döngüsüne giren kurbanlarım ise ben sandıkları kurbanları uğruna ellerinden geleni yaparlar. Şu an çarmıhın tertemiz olduğuna eminim, bu konuda pek bir iyiler gerçekten, günahlarına girmek istemem. Zaten gül kokulu bir çarmıh beklentim olmadı hiç, en azından hayalini kurduklarım arasında bulunmadı.
Konuşurken gözlerime bile bakamayan, daha sözcüklerimi kulağına değdirmeden kendi planlarını/mı ağzıma sokanlar gelmiş şimdi; kırk gün kırk gecedir sanki düğün telaşıymışçasına ölüm suyumu yudumluyorlar. Benimle bir gün bu kadar ilgileneceklerini tahmin etmezdim. Fakat hayır, burada bir çocuk misali ağlayıp zırlamayacağım. Zaten ben performansımı cenaze törenime sakladım, hiç istemem ki sürprizi kaçsın.
Küçükken şaka yapıyorlar sanırdım, sonra öğrendim, çıngıraklı yılanlar mizahtan hoşlanmazlar. Muzipliğin verdiği kıvrımları ve dinamizmi tehdit olarak algılamaya programlanmışlardır. Sadece o kadarla kalsa yine iyi, çeşitli zehirli hayvanların birbirine dönüşme döngüsünde kalmış yaratıklardan bahsetmekteyiz. Bazı kelimelerin ve tamlamaların kendilerine özgü bir enerjileri vardır ya hani, çıngırak gibi mesela. İçinde hapsettiği üzüntüler, öfkeler, acılar, nefretler, aşklar, henüz büyüyemeden sönüp gitmiş sevgi tomurcukları seninkilerle eşleşme gösterdiğinde duygu hafızanda bir kıprışma gözlemlenir. İşte bu yüzden sandık diyorum ben onlara. Sandık açıldığındaysa zihnin beynine bir kıyak yapıp tatile çıkarır onu.
Onlar cenaze hazırlıklarını hazırlarken benim zift kaplamalı sandıklarım zaten hazırdı. Büyük bir özenle, tanrının huzuruna çıkacaklarmışçasına hazırladım onları. Her eve bir koca içi dolu sandık… Bir de hatır bilmez derlerdi bir zamanlar benden için, baksınlar görsünler şimdi de utansınlar. Ne olursa olsun doğup büyüdüğün yerdeki insanlara birer hediye bırakmayı ihmal etmemeli. Zor bulunur benim gibisi bu zamanda, kolay mı böyle düzgün yetişmiş bir gelin bulmak. Ama sen hiç aklından geçirme, eğer son dakika beni kaçırmayı aklına koymadıysan ölümüme saatler kalmış gözükmekte. Her zaman birkaç saatliğine evlilik deneyim atölyesine katılmanın hayalini kurduysan işte o zaman bir gözden geçirebilirim seni. Fakat öyle bir durumda kar beyazı bir gelinlik ve kan kırmızısı bir ruja ihtiyacımız var. Gelinliğime bütün ihtişamıyla sıçrayacak kanlarla dudaklarımın oluşturduğu kompozisyonda ölmek benim de hakkım. Ama olur da bu gerçekleşmezse diye büyük bir incelikte işleyecek planım marine olmakta. Buralardan öylece göçüp gideceğimi düşünmedin herhalde, birkaç adam kiraladım. Özellikle dindar olanlarından seçtim ve ailelerinin üzerine yemin ettirdim. Antikacıdan aldığım ve gözüm gibi baktığım Osmanlı kılıcını temizlettirip biledim güzelce. Sahne, taburenin ayaklarımın altından yavaşça çekilmesiyle başlıyor ve sol göğsüme saplanan bıçakla devam ediyor. Olay anının kameraya alınması pek bir mühim, cenaze sonrası başlayacak belgesel sürecinde o kayıtlara ihtiyaç olacak. Arkamdaki insanlara büyük bir miras bırakıyorum, kafa karmaşıklıkları ve çözülmek için bekleyen sorun yumakları da bunun bir parçası olacak. Medyada yapılacak kimisi doğru kimisi yalan haberlerim, ortalığı kasıp kavurmak ümidiyle sırasını bekleyen dedikodularım, zamanı geldiğinde hiç beklenmedik bir şekilde ortaya çıkacak olan ve son derece tarafsız bir biçimde yazdığım anılarım… Ne yaptığımı sorarsanız, adaletimi burada aramaktan vazgeçip başka bir sınıra taşıyorum, iftira çiçekleriniz çayımı içerken boğazıma kaçmayacak artık.