-Bir gün ayık gezsen bari?
-Olmuyor Selma, olmuyor.
Selma benim çocukluk aşkımdı, Bedri de onun şu anki kocası. Şimal, kızlarının adı, Defne de benim kavuşamadığım son aşkım. Ondan önce Aleyna vardı, daha öncesinde Yelda, Cansu ve Zehra. Bu liste uzayıp gider. Diğer kısma gelirsek, yani hayat gerçeklerine, benim hayat gerçeklerimdi beni gerçekten olabildiğince uzaklaştıran şeyler. Asya idi mesela, onu düşündüğümde tamamen kilitleniyordu algı sistemim. Dış dünyadan koparıyordu beni hayali, koparmanın ötesinde, böyle bir dünyanın var olma ihtimalini reddetmek gibi yan etkiler barındırıyordu. Yine de sevmiştim Asya’yı. Varlık dergisinin son sayısını almadığımdan haberi yok, ona söylemeyin. Çünkü duyar o, piknik masalarını açık hava meyhanelerine çeviren dayılar yok artık, onlar yoksa görüştüğümüze şahit de kalmamış demektir. Numarası var ve o dayıların yerine sarmal sistem çalışan torbacılar. Pasajlarda satanlar geçti oraya, bir nevi dikey geçiş.
Selma benim çocukluk aşkımdı. Bedri de ilk baştaki diyalogun ikinci tarafı. Bedri karşı taraftı, karşı partiliydi biz küçükken. Bize tehlikeli gelen işler yapardı. Beş yaş vardı aramızda, büyüktü benden. Alt mahallede ismi Şimal olan biz kıza yazılıyordu o dönemler, Kaleönü’nden tanıdıklar anlatıyor: ‘’Na böyle bir teklisi vardı Bedri’nin, Maltepeci Asuman’ın kocası öldükten sonra konsa çıkmaya başladığı pavyona takılırdı, ceketi tekliyi gösterecek şekilde açık otururdu, rahat ve geniş tutardı kollarını, çıkarcı tavrı orada bile rahat bırakmadı onu. Herkesi kucaklamak, herkesten bir şeyler koparmak isterdi’’ Bizim cenahtan gelen yorumlar bu şekilde olmuştu, bir de kırığı olduğu May-sa’dan dinleyelim hikayesini:
‘’Ben cennete gitmek istiyorum derdi, yanında bir arkadaşı vardı Fehmi. Fehmi ile Bedri. Bazen de Bedri ile Fehmi. Bela ikililerdi. Fehmi Asuman’a yazılırdı ama Asuman biliyordu işini. Fehmi yolunacak kaz değildi ve ablanın artık gündelik işlere ayıracak enerjisi kalmamıştı. İki ay daha takılıp üniversiteli çocukla kaçacağım diyordu hep. Bedri ise bana takıktı. Ben gencim tabi, daha tam da bilmiyorum piyasayı, baktım ufaktan bir şeyler kıpırdıyor benim de içimde, e allahı var yakışıklı puşt. Her akşam da beş yüzlük bırakmadan kalkmıyor. Eli de bol. Ne koparabilirsem kardır diye gittim bir akşam yanına.. Oturdum yanına ama herifin umurunda değiliz, bir şeyler söylüyorum, sanki duvara söylüyorum. Silah açık, ağzında bir replik, tutturmuş. ‘’Tarlabaşı çocuğuyuz biz’’ diyor. E biz sanki başka yerin evladıyız, bütün bok aynı yerden değil mi? Sevda abla farklıydı bi’, Basmane’den bulmuşlar onu, İzmir’den. Gece üç buçuk gibi çatışmanın ortasından çekmiş bizim patron onu, bakmış çıtır kız. Almış demiş seni zengin edeceğim diye, garibim de kanmış yazık. Gerçi fena sayılmaz, Basmane’yi de bilirim, neyse ne diyorduk ha Bedri. Bedri işte öyle takıldı yani açıkçası çok bir şey de yok ona dair anlatabileceğim.’’
Herkes şairdi koduğumun yerinde. Köle pazarında kendini pazarlamaya çalışan köleler gibi, hangi dönemde söylendiği bilmediğim şiirlerin şairleriydi bu kişiler. Biz Filistin derdik, inadına Özbekistan derdi Maysa. Maysa’yı da severdim. Siyah gömlekliler, üstten iki düğme açardı, buna en çok Maysa ile ben tav olurduk. Başı sağ olsun ama çok sevdiklerini onu çok sevenler gömdürttü çoğunlukla. Pamukları da bizim Necmi tıkıyordu, imam. Namazları kılınmıyordu, mevcut düzene muhalefetten. Hepsi TEM bağlantılı çocuklardı, organizeyi komple tanırlardı. Cinayetten de girenler oldu. Bir tanesi de Bedri işte. Bedri cinayetten kodese yollanır sene doksan beş. Ben, Asuman Abla ve Damla oturuyoruz, Damla da mahalleden işte akşamcıların yancılarından. Fehmi koşarak geldi adeta, gece iki falan, havalı kornaya nasıl abanıyor itoğlu. Emmoğlu dedik hayırdır ne oluyor. Arabadan bir indi eller kıpkırmızı. Bir şey söylemedi ilkin, sonra bağırarak ağlamaya başladı. Yirmi bir numara onlarındı, Hanife Abla indi, gördü oğlunu kanlıyken elleri. Bir tokat. Fehmi nakavt. Evlenecek diye Necmi girsin dendi onun yerine. Kumarhaneci ölmüş dendi, imamın ne işi olur kumarhaneyle diyerek vazgeçmiş ileri gelenler. İslamcıların ve din görevlilerinin ahlak timsali sayıldığı yıllar. Bir yandan da ülkede terör var, huzursuzluk gani. Beşiktaş o sene şampiyon olmuş, Trabzon ikinci. Zeytinburnu yedi yemiş evinde Galatasaray’dan.
Velhasıl, Bedri girdi Fehmi kaldı. Yedi yıl yatıp çıktığında ziyaretine giden olmamıştı mahalleden. Fehmi çoktan bir pavyon kavgasında mefta, sene 2002, Galatasaray UEFA’yı falan almış. Dünya üçüncüsü olmuşuz. Biz de o sıralar Asuman abla ile ciddiyiz hani. Damla da evlenmiş. Selma da yeni gelmiş mahalleye o zamanlar. Bedri’yi ziyarete gidemiyorduk, mahallenin adı lekelenmesin diye. Ölen küçük bir çocukmuş çünkü Fehmi’nin öldürdüğü. Yani ince hesap, puşt hem çocuk öldürmüş hem de girmiyor, hapsolunmuyor. Bedri yoldaşımız ödüyor onun hesabı da. Hem adı çocuk katiline çıkıyor hem de çocuk katillerinin görüş gününe gitmek racona ters olduğundan biz göremiyoruz onu, laf söz olur diye. O yedi yıl içinde annesi vefat ediyor, babası huzurevine gönderiliyor. Alıyoruz içeriden haberlerini, orada bir hocayla takılıyormuş. Bu hoca da eski solcu işte öğrenci liderlerinden. Tutuklandıktan sonra sakal bırakıp sağcı olmuş. Elinde kutsal kitabıyla ahlak pazarlıyor kitleye. İşte Bedri de bunla takılmaktan, karşı partililikten daha da karşı partililiğe geçiş yapıyor. O zaman muhtelif partinin kurulma zamanları işte, siyasal islamcıların yeni kalesi olacak liberal bir parti kuruluyor. Kurucular arasında Bedri de var. Sonra kuruluyor, seçimlere giriyor ve kazanıyorlar. Bedri’yi hemen tarikat liderlerinden birinin kızıyla evlendiriyorlar. Mahalleden çıkıp Etiler taraflarına geçiyor Bedri. Takımı çekiyor yine üstüne, bu sefer gömlek beyaz. Teklinin ucunun sağ cebine içten dokunmasına artık gerek yok. Daimi alesta değil Bedri. Eşiyle mutlu bir hayatı var.
Derken sene 2007, Bedri ‘’sikerler’’ deyip basıyor istifayı. Tabi ret. O kadar sır verdik partili oldun falan, yok öyle yağma. Tekrar ‘’sikerler’’ diyor zorla devam ediyor. Eşinden boşanıyor. Çocuklar kadında kalıyor. Mahalleye uğramaya başlıyor. O sıralar yirmi dokuza yakındım ben, Asuman abla hala ablamdı. Kırk iki. Ehem. Mahallede takıldığı bir kız var, Selma işte. Ben de Selma’yı İzmir’den tanıyorum. Pederi vefat etmişti zamanında, iyi kızdı. Çok takılmışlığımız oldu zamanında. Vurul-muştum ona, Asuman ablayı görene kadar. Ha arada beş altı kişi daha olmuştu tabi. Bukowski okuyorduk, daha Bukowski ölmeden. On dört yaşındayım ilk bir kitap verdiler elimize okuduk, bir seneye herif mefta. Hah dedik elimizi attığımız yer kuruyor, bizden gayrı dursun ama duramadı. O anlattıkça yatakta hikayelerini, yazdıkça cinsel içerikli bol fetişli şiirlerini, bizde de bir şeyler uyanıyordu. Ama fiziksel çekiciliğimiz olabildiğince dipte olduğundan, maneviyat kurmaya çalışıyorduk biz de. Uzaktan görüp iki sene yüzüne bakmaya utandığımız kadınlara aşığız diye avutuyorduk kendimizi. Selma’ya da Buca’da bir esnaf lokantasında rastlamıştım babasıyla oturuyorlarken. Sonra beyaz bir araba yaklaştı mekanın önüne, mekan tanıdık. Babasını aldılar, kız da arkasından bakakaldı. Ekmek kopardım bir parça, sıyırdım tabağımı tamamen ve uçtum Selma’nın masaya.
’’Hayırdır bacım?’’
‘’Sorma kardeş, ben de bilmiyorum’’
Diyaloguyla başlayan ve tek taraflı aşk ihtiva eden bir ilişkimiz oldu Selma ile. Babasının vefat haberi geldiğinde ben vardım yanında. Hep sevdim onu ama sanırım karşılıksızdı bu sevgim. Neyse işte gelecekmiş İstanbul’a temelli. Geldiğinde ben ayarladım yer ona mahalleden, bu Bedri puştu siyaset kovalıyordu o zamanlar. Nereden bileyim çocukluk aşkımın Bedri’ye yar olacağını.
-Bir gün ayık gezsen bari?
-Olmuyor Selma, olmuyor.
-Alkol varsa ben yokum, ben varsam alkol yok. Bir karar vermen lazım artık.
-Anlamıyorsun, nasıl dayanacağım? Artık gücüm kalmadı.
Bu diyaloglar aşağı yukarı her gün yaşanırdı. Bir gün pencereden bakıyoruz Asuman abla yanımda, yeni halletmişiz işimizi, bana ‘’Şu kodumun çocuğu gitse de alkolden, kurtulsak artık’’ demişti. Deme öyle dedim, herif mahallenin adamını yedirmedi zamanında. Sonra Şimal çıktı kapıdan, yeter artık çekti anne babasına. Bedri posta yiyor küçücük kızdan, delikanlılığa sığar mı diyoruz dost meclislerinde, ama o adam olmuş artık. Büyük adam. Kızına ‘’Tamam babacığım sen gir içeri’’ tarzı bir şeyler söylüyor. Belki de bunu bahane edip kafa yapmaya erken başlayacak, bilmiyoruz.
Selma bir gün nereden bulduğunu bilmediğimiz bir tekliyle geliyor mahalleye. Fethi’nin ruhunu taşıyor adeta o an içinde. O katil ruhunu. Ama o puşttan daha asil bir katil ruhu bu. Asuman ablanın siyah gözlüklerini beni tahrik edecek biçimde çıkarıp koyduğunu hatırlıyorum masanın üzerine o an. Bedri çıkıyor kapıdan, Şimal de onlu yaşlarına basmış artık, Bedri’ye de siktiri çekmişler partiden. Etiler’deki ev de yalan olmuş. Beyaz gömlekli takımları yıkayacak çamaşır makineleri de yok, siyah gömlekli takımlara geçiliyor yine. Çekiliyor o tekli. Mermi dönüyor, dönüyor ve saplanıyor istendiği yere. Bedri yere yığılıyor, Şimal dışında herkes rahat bir nefes alıyor. Hatun babasına doğru yollanıyor o an, gözyaşları daha annesini tekliyle gördüğünde akmaya başlamış.
Bir sis bulutu geçiyor mahallenin üstünden, yaşanan kötü günlerin geçtiğini simgeliyor. Ardı kesilmeyen bir sis bulutu olduğunu fark ettiğimizde de sarıyoruz daha fazla dayanabilmek için. Daha fazla dayanabilmek için bu kodumun hayatına.