Hayatı annelerimizin diliyle öğreniyorsak eğer, biraz büyüdüğümde muhtemelen iyi ve kötü çoktan zihnimde birbirine karışmıştı. Tahayyülümde iyi veya kötü insan yoktu çünkü annem kötü bir şey yaptığında bile iyiliğimi düşündüğünü bir şekilde gösterirdi. Bu yüzden insanlara daha empatik, daha yargısız yaklaşmayı bir dürtü gibi edinivermiştim. Gerçi tanımlamak güvenmemektir, demiş bir düşünür. Bir şeyi tanımladığımızda, örneğin iyi veya kötü şeylerin neler olduğuna, nelerin yapılmaması gerektiğine karar verdiğimizde müthiş bir rahatlama yaşarız oysa hiçbir şey, insana değen hiçbir şey o kadar da basit değil. Biz basit olduklarına inanırsak tanımlar bizi rahatlatır çünkü o an için güvensizliğimizin verdiği rahatsız edici hissiyatı giderir. Ama ben bir türlü basit şeylere inanamıyorum, içimde hep her şeyin zorunu yaşamaya iten bir taraf var. Faust’un şeytanı olmalı bu. Annemin de böyle şeytanları var üstelik onun başı kalabalık.

Sahi, annemin hasta olduğunu ülkedeki herkes biliyor ama ben bazen unutuyorum. Herkes bir kere duyuyor ne de olsa ama ben her gün yeniden işitiyorum. Onun hastalığında erik çiçekleri beşinciye açıyor. Her seferinde bitecek diyorum, bir sonraki geldiğinde her şey bitmiş olacak ve yeni bir hayata başlayacak annem. Yeniden yaşayacak. Herkes onu çok seviyor, nasıl sevmesinler? Eğlenceli biridir o. Etrafındaki insanların kendini rahat hissetmesi için her türlü şeyi yapar, gerekirse kişilik de değiştirir. Başkalarıyla konuşurken kendi acısını unutur gibi olur, sanki ülkenin sosyal hizmet sorumlusu gibi herkesin sorununa bir çözüm bulmaya çalışır, bulamayınca da üzüldüğünden birkaç gün söylenir. Herkese her seferinde saf niyetiyle yaklaşmayı bir şekilde başarmıştır bu yüzden aynı kişilere defalarca aynı şekilde kırılıp kızabilir. Kızgınlığını da hiç içinde tutmaz, böyle şeyleri söylemek onun için kolaydır çünkü ifade etmenin tatlı yollarını bulur. Etrafında olanların sorumluluğunu gereğinden fazla hissedip kendisini suçladığı için olmadık şeylere kızabilir. Ağzından çıkanlar geçmişinden bir türlü ayıramadığı birbirine yapışık kelimelerdir. Bazen yapışık kelimeler kazayla diğerlerinin arasına karışıverir. Sonra onları dediğine de üzülür ve kendini iyice suçlar. Sezgileri öyle kuvvetlidir ki bana peygamberlerin neden kadın olmadığını bile düşündürür. Hiç olmayacak şeyleri nasıl öngörebildiğine her seferinde şaşırırım. O kadar çok seveni var ki… Nasıl anlatsam? İsmini duyduğunda yüzleri güller açıyor. Telefonlara çıkamadığında kendilerini tutamayıp nasıl olduğunu öğrenmeye geliyorlar. Bazen soruyorum nasıl yapıyorsun bunu, diye. İnsan böyle şeylerin sırrını merak ediyor. “Sadece empati kuruyorum oluveriyor.” diyor.

Ah bir neşeli zamanlarını bilseniz… Şarkılar söyler, danslar eder ve film izlemeye karar verdiğinizde onun her zaman önerecek muhteşem film ve belgeselleri vardır. İyi günlerine dönmek için her şeyi verirmiş, öyle söylüyor şu ara. “Neden benim başıma geldi bunlar? Dünyada o kadar insan var. Benim suçum neydi ki bu cezayı çekiyorum?” Genelde hep cezasını çektiğimiz şey başkaldırılarımızdır, güzel annecim. Bizler bu dünyada itaat etmediğimiz şeylerin cezasını çekeriz.

Daha bugün bir arkadaşını kaybetmiş, kim bilir neler geçirdi aklından. Akşama özenerek yemek hazırladım üstelik bu sefer annemi sofraya gelmesi için ikna ettim. Annem zor bela sofraya geldi ama kalkmak için bir bahane buldu ve söylenerek koltuğuna geri gitti. Ardından bana da “Senin gitme vaktin gelmiş.” dedi. Biraz kalbim kırıldı, ama ses etmedim. Sonra aklıma defterinde gördüğüm şu cümle geldi.

“Sevdiklerini çok seviyorsun ama onları üzmemek adına onlardan da bir adım uzaklaşıyorsun.”

Annem, güzel annem, aslında bize her bağırıp kızdığında, böyle şeyler dediğinde bizi kendinden uzaklaştırmanın verdiği rahatlığa da sığınıyor. Ona o kadar da, çok da bağlı kalmayalım istiyor. Birinin fedakârlıkları böyle bir boyuta gelebilir mi ki? Bilmiyorum, ne de olsa gerçeklik hakkında sürekli yanılsamalar yaratabileceğimiz bir şey. Belli ki ben böyle anlamak istiyorum, anneme biraz daha az ve kendime biraz daha fazla kızabilmek için.

İnsan böyle zamanlarda neler mi deneyimliyor? Sürekli bir geçmişe dönüş yaşıyor. Çocukluğu, gençliği, evliliği, ailesi ve bunlarla ilgili yaptığı bütün hataları acımasızca kendi yüzüne vuruyor. Ben de bunun izleyicisi oluyorum. Yaklaşık on yıldır oturup kenardan izliyorum. Yapabildiğim tek şey akıp giden zamanı izlemek ve kendimi unutmaya çalışmak oluyor. Çünkü zaman hatalarla doludur, ne kadar çok zaman o kadar hata. Annemin böyle bir dünyaya doğmuş olmaktan başka yaptığı pek bir şey yoktu. Okumasının önünde engel bir aile, türlü vaatlerle başlanan bir yeni hayat, iş, çocuklar, sürekli ortalıkta konuşan tanıdıklar, yeni ailenin alakasız akrabaları, çocukları özgür yetiştirmek için verilen çaba… Kimseden vazgeçmemek adına kendi benliğiyle çatışıp yorulan annem başka türlüsünü yapabilir miydi? Arabulucu olmak bazen hayatta kalmanın sayılı yollarından oluyor ve bazı zararsız davranışların sonuçlarını gösteren bir katalog elimize geçmiyor. Bir itaat etme biçimi olarak uyumluluk, başımıza birbiriyle tartışan bir sürü Tanrı’yı üşüştürüyor.

Bütün bunlar olurken ben de kendi hayatımdan yavaşça soyutlanmaya başlıyorum. Daha önceleri önemli olan pek çok şey aklımdan uçuveriyor. İnsanlarla konuşmak bir eziyet haline geliyor, iç dünyama gömülüveriyorum. Annemle tek yapabildiğim şey yanında oturup onunla film izlemek, pişmanlıklarını dinlemek oluyor.

Hani yaşamın aslında kendi seçimlerinizle ilerlemediğini, sahip olduklarınız üzerinde ne kadar az hâkimiyet kurabildiğinizi fark ettiğiniz ve delirmenin eşiğine geldiğiniz anlar vardır. Başarının, özgürlüğün, yaşamın, ahlakın, seksin, duyguların, aşkın, dostluğun, görevlerin, bencilliğin, bilincin, karakterin, doğuyla batının, kırmızı elmanın, hayallerin, güzelliğin çoktan tanımlandığı bir dünyaya doğduğunuzu ve bu tanımların nasıl yaşayacağınızdan tutun nasıl öleceğinize kadar hayatınızı esir aldığını anladığınız… Benim artık aklımdan hiç çıkmıyor. Bir an bile unutsam kendimi kaybetmekten korkar oldum. Kendim için yaşamanın aslında başkası için yaşamak; başkası için yaşamanın da gerçekte kendim için yaşamak anlamına geldiğini artık anladım. Ben hayatımdaki herkesi çok seviyormuşum, nereden bilebilirdim? Ben ölüme bu kadar yakın yaşadığımı anlayamıyormuşum, nereden görebilirdim? Artık dünyaya bir farklı bakıyorum. Sanırım kendimi unutmanın yollarını artık buluyorum. Zamanlarımız geleceğimizi satın alan bir makineye dönüştüğünden beri kendimden başka pek az şeyin peşinden gittim. Oysa ben şu an neye sahipsem sadece onun gerçekliğini yaşıyormuşum. Hayallere gelecekte de sahip olabilirmişim ama insanlar, hayır onlara olamazmışım.

Bu yüzden artık daha çok çiçek bakıyorum, günlük işleri severek yapıyorum ve hayatların içindeki tutunulacak dalları arıyorum. Eskiden bir şarkıyı çok sevdiğimde yeniden dinleyebilmek için daha bitmeden hemen başa sarar, en güzel tarafını kaçırırdım. Artık şarkıları kendi haline bırakıyorum. Annemin yanına gelmek, saçlarını sevmek, sırtını ovmak, ona yemek yapmak ne kadar iyi hissettiriyor. Sakinlemek, sakince beklemek, kendime acele etmediğim için kızmamak… Sıradan, çok sıradan şeyler yapmanın huzurlu hissine sığınıyorum.