10. Adım = Aramızdaki adım sayısı artık ona indi. Tabii birbirimize daha yakın değiliz, eskiye kıyasla. Aksine hala karşımdasın ve bana sırtın dönük. Bakışlarımız birbirine teğet bile geçmiyor. O an sana dair deneyimleyebildiğim tek şey sesin. İçinde bulunduğumuz bu kafe bozması yerde, bana istemsiz ve büyük bir nezaketle sunduğun tek şey sesin. Çünkü suratları tamamen sana dönük olan bir grup insanın önündesin. O insanlar oturuyorlar ve sen ayaktasın. Konuşuyorsun, bazen utanıyormuş gibi yapıyorsun. Her utanıyormuş gibi yaptığında ellerin karmakarışık olan saçlarına gidiyor. Beden dili mi, yoksa savunma mekanizması mı veya sadece saçlarından mı utanman gerektiğini düşünüyorsun, anlayamıyorum. Fakat biliyorum ki sen ordasın ve ben de senin tam arkandayım. Mekanın girişindeyim ve sadece seni izliyorum. Yanlış anlama, yanınıza gelmeye cesaretim var, upuzun gölgeler oluşturan fabrikavari binaların altında yaşamıyorum artık. Bende cesaret eden birçok insan gibi güneşin altındayım ve bol bol serotonin salgılıyorum. Birazda C vitamini işte. Kendime ait bir gölgem var ve benliğimin çoğu zaman öteki tarafında hiç de alışık olmadığım birtakım sesler çıkarıyor. Ama yine de alışıyorum.
9. Adım = Bir adım daha atıyorum sana doğru. Ayaklarımda platform topuklu bir stiletto. Bilerek giydim. Yani bu kafeye kimsenin gelmediğini bütün Ankara biliyor. Her daim Tunalı’nın en sessiz mekanı… İşte sırf bu sebepten; sen, ben ve arkadaş grubunda buluşmak için geliyoruz buraya. Yani sessiz diye. Çünkü sen, ben ve arkadaş grubun hep sessiz konuşuruz. Hem de her şeyi. Birbirimizi duymak içinde sessizliğe ihtiyaç duyarız. Bunu benliğinin öteki tarafında bir gölge barındırmayan herkes bilir. Dolayısıyla bu kafeye benzetilmeye çalışılan mekan, aslında bizim gibiler için bir kale gibi. Tabii artık benim için değil. Çünkü içimin en ufak köşelerinde ruhumun gölgeleri var ve onlar bana bu otuz altı buçuk stilettoları giymemi emrettiler. Amaçları sizden kendimi soyutlamam değildi asla. Benim ayakkabı numaram otuz dokuzda ondan. Daha çok bir şekilde tepki vermemi emrettiler ve ben de geçirdim ayağıma bu stilettoları. Yoksa benim tarzım bile değil ki topuklu ayakkabı… Sadece kendime, sana ve dünyaya dair içimde açan bazı olgunlaşmış gölgeler beni çırılçıplak bir güneşin altına sokuverdi ve böylece bazı cesaret tohumları evrildi zihnimde. Ancak tıpkı güneş gibi kendi bedenimin de çırılçıplak olduğunu unuttum ve dolayısıyla bazen tenim çok fazla yanıyor. O noktada bende bir şekilde ses çıkarma ihtiyacı güdüyorum.
8. Adım = Bir adım daha atıyorum, evet. Yine sana doğru ve yine kendimden uzaklaşarak. Ancak sen ayağımdaki platform topuklu stilettoların sesine rağmen kafanı döndürüp bakmıyorsun bile. Sadece konuşuyorsun. Anlayamıyorum. Bir insan kendini bu kadar konuşmasına kaptırır mı? Hiç mi şaşırmaz? Hiç mi heyecanlanmaz? Çünkü aramızdaki 11. Adımlık mesafeden itibaren soluksuz bir şekilde şunları söylüyorsun: “BENBENBENLERBENİMBENİMİZİMBENBENBİRİDİMOTUZİKİBİRİDİMEZİLMEDİMBÜKÜLMEDİMAMAAYAKTADADEĞİLİDİMYANİBENTEKBAŞIAMAYERTEKBAŞIMAİÇERTEKBAŞIMASIÇMAMSAKINCASIYOKSABENBİRBÜTÜNÜMBENBİRNEHİRİMÇÜNKÜBENBENİDİKYADABENNÇÜNKÜGEÇMİŞBENİÇİNSADECEAPTALGÖRÜNÜMLÜİNSANLARDANİBARETTİRBENABİANLIYORMUSUNYANİBENBÖYLEYİMABİANLAYAMIYORMUSUNÜSTÜMDEKİLERİÇIKARMADANFUCKMEABİANLIYORMUSUNYOKYOKANLAYAMIYORSUNOKEYVEYAOKAYOZAMANSADECEFUCKMEABİTAMAMDIRİYİAKŞAMLARVEHOŞÇAKAL…”
7. Adım = Bu konuşmadan bir şey anlayamıyorum ama bir adım daha atıyorum. İşin aslı anlayabildiğim tek kelime sanırım sadece “Ben” kelimesi. Yani konuşan tek kişi sensin, gözlerim görüyor bunu. Ancak ve ancak ve ancak, cümlelerini aynaya karşı değil arkadaşlarına karşıkuruyorsun. Kendini neden sanki bir fikri savunuyormuş gibi arkadaşlarına sunuyorsun, anlayamıyorum veya benliğini anlattığın bu garip konuşma, arkadaşlarının nasıl bu kadar ilgisini çekebiliyor? Ayrıca bahsettiğin “Ben” kim? Arkadaşların ve hatta bu kafe bile o benliğe dahil mi? Öyleyse platform topuklu sitilettolarımın sesine rağmen neden insanlar sadece sana bakıyor? Çünkü kendine dair gerçekleştirdiğin bu tek kişilik sunuma beni sen çağırdın. WhatsApp’tan mesaj attın. “Buluşalım”, dedin. Ben de “Geleceğim” dedim. Yeşilçam Türk filmlerindeki aktörler gibi ve sende mesajımı beğendin. Şimdi ise kendinden bahsediyorsun. O zaman arkadaş grubunun oturduğu metalik sandalyeler, havadaki garip tütsü kokusu, stilettolarım, içinde bulunduğumuz bu mekanı merdiven altı bir dershaneye dönüştüren garip avizeler, ortada var olmayan garsonlar, her masanın üzerinde duran kenarları yırtılmış menüler ve gözlerim ve ellerim ve dudaklarım, peki ya bunlar kime ait? Sana aitse senin gibi onların da fark edilmesi gerekmez mi? Yoksa “Ben”liğin parçalara ayrıldı da hangi kısmın öne çıkacağına sadece sen mi karar veriyorsun? Niye buradayız biz? Seni oluşturmak için mi? Varlığını yıkmak için mi? Yoksa sadece birer ayna mıyız? Seni asla anlayamıyorum. Ama yine de üzülüyorum. Beni çok fazla görmüyorsun, kırılıyorum, paramparça oluyorum, parçalarım sana ait olmayan kişiliğimin gölge taraflarına batıyor ama yine de hoşuma gidiyorsun. Klişe belki ama özünde iyi biri olduğunu falan düşünüyorum. Sanırım güneşin altında çok fazla oturuyorum bazen. Belki de sadece sana ait olan ama benim kurguladığım geçmişimize dayanarak ne demek istediğimi sen çok iyi biliyorsun da ben çok iyi anlayamıyorum. Umursamıyorum ve sağ ayağımı kaldırıyorum…
6. Adım = İşte şimdi bir adım daha atıyorum ve artık platform topuklu ayakkabılarımı çıkarıyorum, elime alıyorum. Çünkü duymuyor hiç kimse beni. Herkesin duyduğu tek şey senin tok sesin. Belki de kendi ayak numarama uymayan bir numarama tercih ettiğimden dolayı böyle bu durum, bilemiyorum. Ya da yeteri kadar yüksek mi değil acaba topuklularım, sorguluyorum. Ancak hoparlöre bağlanmış ezan sesi gibi çınlatıyor, bütün mekanı her ritmin. Her “Ben” deyişinle ellerin ve kafan hızlı bir şekilde hareket ediyor. Adeta ereksiyon oluyor gibisin. Ama tahrik olduğun için değil. Kendini böyle tamamlayabildiğin için. Seni suçlamıyorum. Hatta bu durumu bilinçsizce yapıyorsun bence ve“Ben” zamirinin sen de çağrıştırdığı tek şey aslında sadece bütün dünyadan ayrılmış gerçek kimliğin. Bilincinin görünmeyen kısmının elinde imzalı bir belge olsa, devletin değil de ebeveynlerinin onayladığı o belgede “Toplumsal bütünlük bireysellik değildir!”, diye bir madde olsa; anında bütün hücrelerinle beraber suskunluğa gömüleceğini ve herkes gibi senin de kendine bir sandalye çekip oturacağını biliyorum. Ama seni uyarmıyorum. Sadece dinliyorum. Kendin gibi parlayan çırılçıplak bir güneşin altındasın ancak buna rağmen bedeninin bembeyaz. Bu beyazlığa hayran oluyorum. Nasıl bu kadar iyi olabilir, diyorum içimden. Ancak anlamak yerine yine ve yine hayran olmayı tercih ediyorum. Sonrada bir insankadıninsankadınveinsan olarak seni arzuluyorum. Kendime değil senin bedenine yakınlaşmak istiyorum. Ayrışmak değil bütün yapay cesaretimle beraber parlamak istiyorum. Tıpkı senin gibi hem parlak hem de bembeyaz olmayı ümit ediyorum. Bu yüzden senin davranışlarının kökeninden ziyade “Ben” zamirinin bana verdiğin zararın büyücülüğüne hastalıklı bir biçimde odaklanıyorum.
5. Adım = Çünkü sana bir adım daha yaklaşırken ben, ağzından yine ve yine o zamir çıkıyor. Ancak bu sefer daha farklı bir şeyler oluyor bende. Sol elimin serçe parmağında bir çatlak beliriyor. Tıpkı kilo alıp vermekten oluşan çatlaklarım gibi bir çizgi, bütün serçe parmağımı kaplıyor. Canımda en ufak bir acı veya parmağımda en ufak bir kan damlası hissedemiyorum. Sadece garip kuruluk, bütün bedenimde… Çatlayan tek şey sol elimin serçe parmağı olmasına karşın bütün bedenim, ayaz kesen bir rüzgarın tesirinde kalmış gibi. İyi de neden sol elim diyorum, içimden. Sanki yaşadığım durum gayet normalmiş ve merak edilecek tek şey buymuş gibi. Belki de olayın tuhaflığını düşünmemek adına içinde bulunduğum duruma daha yüzeysel yaklaşıyorum, sanırım. Kim bilir? Senin gibi kendime yarattığım savunma mekanizmalarının içerisinde yüzüyorumdur, olamaz mı? Amacım sen olmak sonuçta… Tabii yine de bu merakıma gerekli bir açıklamayı yapabiliyorum, hemen. Ben sol elimle yazıyorum, her şeyi. Hatta seni bile. İyi de neden serçe parmağım, diye soruyorum bu seferde. İşte buna bir açıklamam olmuyor. Ancak sen konuşmaya devam ediyorsun. Ardı ardına sıralıyorsun, ağzından çıkan kelimeleri. Hatta o kadar büyükler ki bu kelimeler, onları dile dökerken yutkunuyorsun ama asla duyamıyorsun bence söylediklerini. Altındaki güneşin bile sana ait olduğunu düşünüyorsun, o an. Ben de sol elimin serçe parmağında tuhaf bir çatlakla seni izlemeye devam ediyorum. Hayranım sana veya mağdur veya hasta… Ama bunlar önemli değil. Sırtın ise hala bana dönük. Nasıl fark edemiyorsun, nasıl unutuyorsun, niye unutuyorsun, bu kadar basit mi, diye diye bile sorgulayamıyorum artık seni. Yoruldum çünkü. Serçe parmağımdaki tuhaf çatlağa, ayaklarımda artık olmayan platform topuklu ayakkabılarıma ve rüzgarla ezan sesi gibi karışan sesine rağmen; belki de bütün bedenimi garip bir şekilde kurutan tek şey senin bu unutkanlığın oluyor. İşte sen buna “Ben” diyorsun. Ben ise “Arzu”. Sırtın hala bana dönükken, senin için bu konunun önemli olmadığını biliyorum. Ancak o an ağızdan bir kez daha “Ben”zamiri çıkıyor. Diğerleriyle aynı büyüklükte ve benim bu sefer de sol elimin serçe parmağımın yanındaki yüzün parmağım çatlıyor. Bu durumu anlamlandırmaya çalışmam ise gayet kolay oluyor. Kendi kendime “Asla evlenmeyecek olan birinin yüzük parmağının çatlamasından daha doğal ne vardır ki?”, diye soruyorum ve aynı anda bana dönük olan sırtına bakarak gülümsüyorum. Sol ayağımı kaldırıyorum…
4. Adım = ve indiriyorum. O an nedense gözlerimi başka bir noktaya sabitlemek istiyorum. Sanırım bu mekanın gerçekliğini sorguluyorum, kendi içimde ve gözlerimi mekanın tavanına dikiyorum. Bembeyaz bir duvarla karşılaşıyorum ancak üzeri böceklerle dolu. Sana o kadar hayranım ki bu durumu bile kötüye vuramıyorum. Böceklerin kafama düşebilecekleri ihtimalini bile düşünmeden, “Ne kadar da doğayla iç içe bir mekan!” Diyorum. Oysa ben korkarım böceklerden. Ama burası senin “Ben”liğine ait bir mekan olduğundan dolayı korkamıyorum. Parçası olmak, içine karışmak istiyorum. O yüzden bakışlarımı yine sırtına çeviriyorum. Sağ ayağımı kaldırıyorum, sen “Ben” diyorsun ve benim iki tane daha parmağım çatlıyor…
3. Adım = Ardından yine indiriyorum ayağımı. Bu seferde aklıma arkama bakmak geliyor. Neyi kaçırdığımı değil nelerden kaçtığımı görmek istiyorum sanırım. Somurtkan, elleri ceplerinde hem kadın hem erkek hem de kadınerkek insanlar görüyorum. Ama asla çocuk yok veya cinsiyetsiz birileri de yok. Hatta ağaç, çiçek veya yeşillik bile yok. Birkaç tane kaldırım ve solmuş bir asfalt var arkamda. İnsanların ise bazıları yanımdan geçiyor, bazıları içimden geçecekmiş gibi bakıyor ve bazıları da varlığımın bile farkına varamıyor. Onları anlayamıyorum. Çünkü bomboş asfalta rağmen bana omuz atmayı tercih edenler bile var, içlerinde. Yine de her şey rağmen kafamı sana çevirip bütün varlığına karşı sağ ayağımı kaldırıyorum, sen hala “Ben” diyorsun ve benim yine iki tane daha parmağım çatlıyor…
2. Adım = Sonra yine tıpkı bir kadeh gibi indiriyorum ayağımı. Ancak döndürmüyorum kafamı veya gözlerimi bir yerlere. Sadece kapatıyorum göz kapaklarımı. Hiçliği yaşamak istiyorum. Karanlığı deneyimlemek… Ne güneş görmek ne de bembeyaz bir teni arzulamak… Sen olmak değil boşluk olmak istiyorum, o an. Yokluğunun acısını çekerek kendime mazoşistçe bir zevk yaşatmak belki de tek temennim. Ancak o an anlıyorum. Bu sevgi değil. Bağımlılık veya takıntıda değil. Bu sadece garip bir ilerleme. Sen ve ben arasında değil. Sen ve senin gölgelerinin arasındaki bir nehirin akıntısını ilerletiyor, benim varlığım. Gerçekliklerimizin bambaşka olduğunu anlamama rağmen yine ve yine sol ayağımı kaldırıyorum. Gözlerimi açıyorum. “Benliğine” dair cümlelerini işitiyorum ve iki tane daha parmağım çatlıyor…
1. Adım = Son kez yine indiriyorum ayağımı. Hiçbir şey yapmadan, sırtına bakışlarımı sabitliyorum. Sanki bunun için üretilmişim gibi… Ancak hala sesini duyuyorum. “Benbenbenveben” diyorsun. Geriye kalan son iki parmağımda çatlıyor. Artık enerjim tükeniyor ve ben de ayaklarımı sana doğru sürüklemeye başlıyorum.
0.8. Adım = Evet, sana karşı artık milimetrelik adımlar atıyor olmama karşın sen hala beni görmüyorsun. Sırtın dimdik. Omurganın bütün hatlarını görüyorum. Oysa sesin ve zamirlerin on parmağımın onunu da çatlattı. Kendimi platform topuklu stilettolarımın yüzünden düşen bir kar kütlesinin altındaymış gibi hissediyorum. O an deneyimlediğim şey kurumak ya da üşümek değil. Ben donuyorum. Ama ne sen ne de senin arkadaş grubun bunun farkında değilsiniz. Onlar sadece seni izliyorlar ve sende sadece konuşuyorsun.
0.6. Adım = Biraz daha yaklaşıyorum sana ve artık dayanamıyorum. Sol elimin çatlayan işaret parmağıyla sağ omzuna dokunuyorum. İstiyorum ki artık biraz sus ve beni fark et. İşe yarıyor. Susuyorsun ve bütün bedenini yüz seksen derece bana döndürüyorsun. Unuttuğum suratının hatlarıyla karşılaşıyorum. Her bir hattını teker teker hatırlamak yerine, biraz şaşırıyorum. Çünkü o an odaklandığım şey az önce konuşma yaptığın arkadaş grubunun yokluğu oluyor. Artık(?) senin arkan ve benim de önümdeki sandalyelerin bomboş olduğunu fark ediyorum. Kalkıp gittiler mi, yoksa hiç mi yoktular veya ben mi uydurdum onları… Dikkat ettiğim bunlar değil, düşündüğüm tek şey sen bunca zamandır kime konuşma yapıyordun, anlayamıyorum.
0.3. Adım = İşte biraz daha sürüklerken ben çıplak ayaklarımı, sen suratıma bakıp gülümsüyorsun. O an heyecanlanıyorum. Ama hala beni hatırlamadığını biliyorum. Yüksek ihtimalle ayıp olmasın diye, bu gülüşün veya yokluğa “Ben”liği anlatmanın hafif bir utancını yaşıyorsun. Galiba bu sefer anlıyorum. Ama bu durum umurumda değil. Sadece senin gözlerindeki kendi yansımama bakıyorum. Fön çektirmiş olmama rağmen saçlarımın tıpkı saçların gibi darmadağın olduğunu görüyorum. Seviniyorum. Sen ise hala gülümsüyorsun.
0.2. Adım = Bir milimetrelik bir sürükleniş daha… Fakat bu sürüklenişe eşlik eden fiziksel bir şeyler daha var bedenimde. Çünkü senin unutkanlığının ellerimde yarattığı çatlaklardan simsiyah gölgeler tıpkı sigara dumanı gibi çıkıyor o an ve çıkan bu gölgeler ise birer nota gibi kulaklarıma giriyor. Bu garip eyleme şaşırmıyorum, korkmuyorum ve anlamaya çalışmıyorum. Gözlerine bakmak dünya üzerindeki bütün doğaüstü olayları anlayamama becerimi zihnimden siliyor. Artık seni anlıyorum.
0.1. Adım = Tabii durmuyorum. Ayaklarım zemine biraz daha sürtünüyor. Ama bu sürtünüş diğerlerinden farklı. Çünkü çok ufak olsa da bir derinlik barındırıyor, içimde. Ne hayranlık ne de arzu… Sadece derinlik. Neden biliyor musun? Sen o an gözlerimin içineiçineiçineveiçine bakarak “Ben” diyorsun ve bunu dudaklarını okuyarak anlıyorum ancak artık sesini duyamıyorum.
0.0. Adım = TAK, TAK, TAK, TAK, TAK, TAK, TAK, TAK, TAK, TAK…
Zilan Damla Polat