Uzun zaman oldu biliyorum ancak gece ve gündüzün birbirini takip eden sonsuz kovalamacası bir yana, bazen hangi tarihteyiz, günlerden ne unutuyorum. Anımsamak istemediğim tüm o şeyleri zihnimde arkaya atmaya çalışırken onlarla birlikte çoğu şey de kaybolmaya başladı. Kendime (aldığım cevaplar canımı acıtsa da) sorular sorarak hatırlatmaya çalışıyorum bazen. Mesela; Ben kimim?(Çünkü değiştim) Sen kimsin? Ya da sen gerçekte (benim tanıdığımı sandığım kişi dışında) kimsin? Belki de şu daha doğru olacaktır; sen kimdin ve artık birbirimize karşı kurduğumuz en son cümlenin üzerinden de aylar geçmişken şuan daha resmi olmak gerekirse, siz kimsiniz? Biz (önceden bizdik) neden artık birbirimizi tanımıyoruz? Belki de tanımak istemiyoruz, bilmiyorum.

Ben bir zamanlar kime ve nereye ait olduğu bilinmeyen o kurak, o çiçeksiz topraklarda tek başına yalnız ve içinde samandan başka hiçbir şey olmayan bir korkuluktum. Ben, hissetmeyerek geçirdiğim tüm o sıcak ve tam aksi olan dondurucu soğuk günlerde aynı yerde dururken ve dünya etrafımda dönerken ve zaman her gün yanağımdan öperken benim, sen ansızın omzuma konmuştun, hatırlıyor musun? Kargalara yasaktı benim topraklarım, ben yasaktım ama sen umursamadın, bilmiyorum belki de hiçbir şeyin farkında değildin, emin değilim. Kargalar korkuluklardan korkardı sense tam gözlerimin içine baktın, korkan sen değildin sevgili karga, korkan bendim, her zaman ben oldum. Bu pişmanlıkların arka arkaya sıralandığı, özürlerin ve minnetlerin birbirini kovaladığı, kabahatlerin söylendiği, hediyelerin armağan edildiği, günah ve sevapların tartıldığı, sırt sırta vermiş iki duygunun artık konuşamadıklarından içlerinde biriktirdiklerinin gün yüzüne çıkartıldığı bir yazı değil. Özlem var biraz ama bunun bir önemi yok. Öfke var bir tutam, ancak bir önemi yok. Kırgınlık var, bir önemi yok. Sevgi var, bir önemi yok. Söylenecek sözler var, ama artık gerçekten bir önemi yok.

Şimdi ortak tek bir kelime bile çıkmasa da ağızlarımızdan, dökülmese de dudaklarımızdan o cümleler ve geçmese de isimlerimiz birbirimize karşı kilit vurduğumuz o yerden -zihinlerimizden- ben yine de bunu yazmak istedim. Bir tür içini boşaltma diyebilirsin belki de bu söylediklerime, belki de bir tür günah çıkartma ama sana veya tanrıya karşı değil, kendime ve kırılan kalbime karşı. Belki de o günden sonra ilk defa dürüstçe söyleyebiliyorum kendime bazı gerçekleri, mesela sen gittin ve ben senin için çoktan anılarında kalan bir yabancı oldum bu evrende, paralelinde nasıl olduğumuzun, belki de bir ihtimal mutlu olduğumuzun, bir önemi yok. Bu mektubu (ki bunun bir mektup olup olmadığı tartışılır, ne olduğunu tam olarak ben de bilmiyorum tıpkı şu an senin kim olduğunu bilmediğim gibi) bazen saflığı, bazen dürüstlüğü, bazen de bir kucak dolusu sıcaklığı bana en derinden hissettiren (hissediyordum; eskiden) sana yazıyorum. Olağan yerlerde olağanüstü sohbetleri bana armağan eden, yumuşak ama farklı bakışlarında bazen boş vermişliği, bazen bitmeyen isyanı gördüğüm o kişiye çok şey borçluyum. Hiç şiir okumayan bana, ilk şiir kitabımı hediye eden ve bazen çoğunu hak etmediğimi düşündüğüm o güzel sevgiye (eskiden beni severdin) beni layık gören, kendi halinde kıvrık saçları ile bu devre ait olmayan o özel ruhun sahibine; yanındayken (eskiden yanında olurdum) hissettiğim huzurla, asil kargaların ve iğrenç sarma sigaralarınla çok özel ve değerlisin (hala öylesin).