ontolojik bir çağrışım olarak
türlü kederlerin taklasıyla
terkisini sınayan o dişil atlara
daha kaç kez nal olacağız
soruyorum
ve işte bu sorum
daha dün olarak günlerden
birçok aklı küçümsüyor
çünkü sade bir tazyik ile tanımlanan kalbim
sürekli çelişik sorularla hatmolarak
kahyasını bilmekte zorlanan bir çiftlik gibi ansızın kendini
kafiyesi ve ölçüsü ellenmiş
ve ellenince gelincikleri dağılmış
kara avurtlu bir şiire kundaklatıyor
ki ateş!
kara göğe karşı ulayan bir köpek
meşin bir çanta içinde taşınan kitap
alelacele ardına basılan bir çift ayakkabı
keçi ağızlı bir suyolu
bir söz tekrara mahal
daha üflemeden yıkılan yapılar için
bir artçı deprem
ve sökün etmeye yüz tutmuş bulut için
ehil bir makas
emilesi memede kopkoyu bir avlağa
rakıya sarkan mezedeki yağ halkası
ben mardalı bir gövdenin en iç odasıyım
kuz yakasında bir dağın
dilimi alfabelendirmek için
sekerek bir kara çarşafın
caddeleri taraçalandırmasıyım
anın beni en terleten utançlarla
çünkü ben şer istençli şeriatın kestiği
yukarıları ta yukarıları gösteren
bir işaret parmağıyım
tepesi delik lafların
usul bilmeyen tavrın
dalından zorla koparılan al bir elmanın
küfürlü dişler ile
ilk kez ısırılışının
uysallığını kazma ve kürek seslerine
tertemiz yatıran alatavlı toprağın
yaşmağına karlar dokuyan duaların
işte o soluk nefeslerle
ha bire tekrarlanan tembihlerin azarlamaların
okul sıralarında ödevini unutan
sırça kuş yürekli kızların o incecik parmaklarını
ilk görevinin ölçmek olduğunu unutan
cabbar cetveller ile
nefis suretlerde cezalandırmanın
hemen sonrasıyım
kör eden günüm ben ilk uyanışları
o dişil atlara çakılan nalın sesi
kuvvetli baldırlarda
bineğine benzetir beni şaklayan kırbaç
ve bir kovboy Louisiana’da
barut kokusuyla bildirir beni
o son Kızılderili savaşçısına
soruyorum şimdi
tüm bu olanlara şahit arayanlara
o işaret parmağını
yukarılardan ta yukarılardan çevirip
kim doğrultacak
var olmaktan boğulan biz zavallılara