Zbigniew Preisner – The Beautiful Country
1
Kandan beslenen bir insansı olmaya doğru ilerliyordu. Çünkü doğduğunda tadını aldığı ilk şey annesinin kanıydı. Hemşireler kanlar içindeki bedenini yıkamış olsa da annesinin kanının ağzında bıraktığı tat hiçbir suyla silinemezdi. Damarlarında dolaşan kızgın lavlar içindeki Pompei şehrini tüm hazzını ve duygularını bir anda taşa çevirmişti.
İnsan dünyaya gelirken başkasının kanını akıtmaktan çekinmeyen vahşi bir yaratıktı.
2
Kafatasının içindeki rayların üzerinde ışık hızından da hızlı giden iki tren çarpışmıştı. İnsan ölüleri toprağı bir örtü gibi kaplıyor ve yumuşayan zemin onu bir bataklık gibi içine çekiyordu. Beyin kıvrımlarından gelen iniltiler o kadar rahatsız ediyordu ki sonunda kulaklarını kesip kendi elleriyle parçalayabilir böylece tanrıyı da duyma zorunluluğundan kurtulabilirdi.
3
Evden dışarıya çıktı. Soğuk sert bir rüzgar esiyordu, üşüyordu. Rüzgar gözlerinden yanaklarına doğru süzülen gözyaşlarını dövdükçe daha fazla irkiliyordu.Ciğerlerini kirli havayla doldurarak hızlı adımlarla yürümeye başladı. Okyanusta kan kokusu almış bir köpek balığı gibi saldırgan hissediyordu. Kendini her an sokakta karşılaştığı bir uyuşturucu bağımlısına bıçaklatabilir ya da her gün devlet tarafından baskılanan bu topluma linç ettirebilirdi. Kelime dağarcığındaki tüm küfürleri, sokaklarını gezdiği bu şehirde bağıra bağıra harcamak istiyordu. Ya da bir kansere yakalanmak.
4
Kalbi her saniye tüm vücuduna sanki kan değil nefret ve vahşilik pompalıyordu. Böyle olmasını istemezdi ama zamanın olağan akışı içerisinde kendini içinde barındıran medeniyet böyle bir varlığa evriltmişti onu. Damarlarının içinde dünyanın en öldürücü zehrini taşıyordu. Düzenli uyuma alışkanlığı olmadığından bu zehrin içeride tüm vücudunu dolaşırken çıkardığı sesi başını yastığa koyduğunda değil günün sessiz kalabildiği herhangi bir saatinde kulaklarında hissedebilirdi. Artık tek amacı kendi kendini zehirlemeye bir ara verip bu zehri çevresindeki tüm insanlara akıtmak olmuştu. Zaten asırlar öncesinden nefret tohumlarını bu dünya toprağına serpmemişler miydi?
6
Dışarıda akan insan bataklığından kendini korumak için bilincinin çevresine kalın duvarlar örmüştü. Dünya üzerindeki en etkili alkol bile bu duvarı eritebilecek güce sahip değildi. Her gün kitaplardan yuttuğu kelimelerle besleniyordu. Öldükten sonra bakir bedeninin bu kaosa kurban gitmesini istemediğinden tereddüt etmeden kendini kaynayan bir asit kazanının içine gömebilirdi.
Ve buyrulur ki;
Hayat böyle insanlar için dayanılmaz hale geldiğinde aslında yapacak pek bir şey yoktur. Nefes aldığı sürece oksijen böyle insanlar için zehirli bir gaz formunu alır. Kalabalık bir meydanda kendini havaya uçurmaktan bir salise bile tereddüt etmeyen bir canlı bombanın ruh hali vardır üzerlerinde. Gözlerindeki nefret aynıdır ve beyinlerindeki reaksiyonlar benzerlik gösterir. Onlar bunu sessiz ve yalnız yapmayı tercih ederler. Fakat arada bir içlerindeki duygu parçacıklarının infilakından doğan şarapnel parçaları diğer insanlar için bir tehdit teşkil edebilir.
Fatih Yamantepe