Ağzındaki tükürükler etrafımı sarmıştı. Yanıma geldiğindeki istekli gözlerinden bunun olacağını anlamalıydım. Kum tanecikleri üzerime yapışmıştı. Rüzgar, tükürükleri kurutup üşümeme neden oluyordu. Ağzındaki yuva hissi veren sıcaklığa kavuşmak güzel olurdu. Dilin yumuşak, ıslak dokunuşları ve dişlerin son hamleyi yapması… O gideli tahminimce yarım saat olmuştu. İçimden bir parçayı beraberinde götürmüştü. Emaneti, sahibine geri veren birinin rahatlığındaydım.

Gecenin karanlığında otururken önce yakınımdaki kumlar ve sonra ben, bir süreliğine aydınlandık. İhtiyar bir adam el feneriyle sahilde yürüyordu. Benden 6-7 m uzaklaşıp oturdu. El fenerini denize doğrulttu. Bir müddet arada bir iç çekerek denize baktı. Sanki gecedeki sessizliği ve gündüzdeki aydınlığı istiyordu. El feneri ona gündüzü yaşatamaz. İnsanın doğaya özentiliğinden olan hiçbir alet, doğanın yerini dolduramaz. Ancak insanlar kıskançlıklarından doğaya zarar vererek itibarsızlaştırabilir. İhtiyarın bunu anlamış olacağına inanıyorum ki el fenerini kapattı. Beyaz ve seyrek saçları el fenerini andırıyordu. Kendi kafasıyla sınırlı olan beyaz bir alan gözüküyordu. Karanlık tüneldeki biri için sondaki ışık olabilirdi. Tabii, tepesinde olduğu için kendisine bir faydası yoktu. Kafasındaki beyazlık yavaş yavaş kayboluyordu. İki yandan uzanan büyük ellerini tepede birleştirdi. Dizlerini gövdesine doğru çekti. Başını, dizlerine yaslayıp benden tarafa çevirdi. Ardından kırışıklarını yol yapan gözyaşları süzüldü. Gözyaşları, kol kıllarının arasında yok oluvermişti ve yolun altında fosilleşeceklerdi. Ağlayışı hiç dinmeyecek bir yağmuru andırıyordu ve filizlendirecek ağaçları değil, sel bastırtacak evleri vardı. Yüzünde istemediği renge boyanmış odasını gören çocuğun mahzun ifadesi; dilindeki ipte ise yetenekli bir cambaz olan ‘Neredesin?’ sorusu vardı. Sahilde sayamayacağım kadar çok ‘Neredesin?’ sorusu birikmişti. Hepsi ya denizde boğulmuş ya da kuma gömülmüşlerdi. Böylece cevaplarına hiç ulaşamayacaklar.

İhtiyar ellerini başından çekti. Yerden yardım alarak kalktı. İleriye doğru yürümeye başladı. Ben, kafasındaki beyazlık misket büyüklüğüne gelene dek onu izledim. El fenerini ise sahilde unutmuştu. Geri döner diye bekledim ama gelmedi. Muhtemelen hatırlarsa bile almak için sabah gelecekti. Benim o zamana kadar burada olmam meçhuldü.

Yanımdaki kumlar ve ben yine aydınlanmıştık. Bu seferki ışık alacalıydı ve çabuk geçmişti. Beş yaşlarında bir çocuk basınca ışıkları yanan ayakkabısıyla koşarak ilerliyordu. Ardından ise otuzlu yaşlarında bir kadın ve bir adam geliyordu. Kadının üzerinde kısa sarı uçuş uçuş bir elbise vardı. Adam ise siyah bir tişört ve altına açık renk bir kot giymişti. Adam, çocuğa birkaç kez durmasını söyledi. Sanki Dünya’daki babası uzaydaki çocuğuna seslenmeye çalışıyordu. Çocuk, ayaklarını denize tam sokacaktı ki adam onu kucakladı. ‘Sana durmanı söylüyorum, sağır mısın?’, diyerek çocuğu sarstı. Çocuk, kaşlarını çattı ve dudaklarını büzdü, kafasını iki yana salladı. ‘Sağır değilim ama keşke olsaydım. Tüm gün sizin gürültünüzü dinledim. Onun verdiği oyuncaklar hiç eğlenceli değil. Annemle oynadığımız oyunlar daha güzel.’, dedi.  Kadın, tedirgin oldu ve adamın omzuna hafifçe dokundu. Çocuğu yere indir, dedi. Adam, denileni yaptı. Kadın, dizlerinin üzerine oturdu ve çocukla göz kontağı kurdu. Çocuğa, ‘Bugün biz babanla iş hakkında biraz bağrışarak konuştuk, rahatsız ettiysek kusura bakma.’, dedi kadın. Çocuk hoşnutsuz bir şekilde ‘Babam iş konuşurken bağırmaz.’, dedi. Babası konuşmaya dahil oldu, ‘Ablan beni fazla sinirlendirdi oğlum.’, dedi ve pis pis güldü. Kadın, adama çorbayı servis ederken müşterinin üzerine döken bir garsonmuş gibi baktı. Ona, para olmaza da zevk veriyor ve karşılığında hizmet olmasa da güzel bir iltifat alamıyordu. Kadın tekrar çocuğa döndü ve ‘Annene çalışırken gürültülü olduğumuzu söyleme olur mu? Annenin, babanın çalıştığı şirketi ve insanları yanlış tanımasını istemem.’, dedi. Çocuk, ‘Yanlış tanısa ne olur ki? Bazen onlar da gece gürültü yapıyor, tuvalete kalktığımda duyuyorum. Annem kendisinin sahip olduğu kötü davranışı eleştirmeden önce kendisi yapmaya son verir.’, dedi. Çocuk küçük yaşına karşın etrafında olup bitenlerin farkında gibiydi. Söyledikleri bilinçsizse bile olsa ikisini de korkutmaya yetmişti,. Adam birden bire öfkelendi ve çocuğu kollarından tutarak kaldırdı. ‘Bana bak! Annene söyleme diyorsak söylemeyeceksin! Söylersen seni okulundan aldırırım. Hani o uyumsuzluğundan dolayı seni aldırdığımız okul var ya oraya geri yollarım.’, dedi. Çocuk gözyaşlarını tutamadı. Elleriyle silmek istiyor ama babası tuttuğu için yapamıyordu. Küçük ellerini sinekleri kovalayan bir dananın kuyruğu gibi sallıyordu. Babası kaşları çatık öylece ona bakıyordu. Kadın, tırnaklarını yemeye başlamıştı. Bir süre sonra çocuk çabalamayı ve ağlamayı bıraktı. Babasına, ‘Tamam, anneme söylemeyeceğim. Yeter ki oraya geri gönderme.’, dedi çocuk. Babası ‘Aferin benim oğluma.’ diyerek yere bıraktı. Kanımca çocuğun avcısını görünce ortamın rengini alan bukalemundan farkı yoktu. Eve gidince tekrar yeşil olacaktı. Annesi yanında olacağı için babası uçarken ağaç dallarına takılmış bir balona dönecekti. Hatta minik bir deliği olan sıcak hava balonuydu. Ben bunları düşünürken onlar üçü el ele tutuşmuş uzaklaşıyordu.

İşte beklediğim an geldi, diye düşündüm. Rüzgar şiddetini arttırmıştı ve beni denize sürüklüyordu. İlk önce bulunduğum yerden havalandım. İleri doğru bazen taklalar atarak gidiyordum. Sonunda denize ulaştım. Belki denizi kirletiyordum ama bu benim değil, beni orada bırakanların suçu. Benim kim olduğumu merak ediyorsunuzdur. Ben bir çiğdem kabuğuyum. Herkes duvarların dili olsa da konuşsa der. Duvardan ziyade bir çiğdem kabuğunun anlatacak daha çok hikayesi vardır. Ne de olsa sohbetle bir şekilde bağdaşmışızdır. Hayat duvarların arasında değil, sokaktadır. Deniz çok güzel ve bu anın keyfini çıkarmak istiyorum. Balıklar, insanlardan daha masum gözüküyor.  Eğer Yunan Adalarına çıkabilirsem görüşmek üzere…