Çarpan pencere masanın üstündeki karman çorman duran kağıt parçalarını odanın her köşesine saçtı, bir kağıt parçası da onun sağ konunda rüzgarın etkisiyle durdu bir zaman. İki sandalyesi bir masası, zar zor sığdığı yatağı ve odaya ait değilmiş gibi duran kocaman süslü bir avizesi vardı kendinin sandığı bu dört duvar arasında. Kapıya uzanıp kapattı kapıyı kolundaki kağıt usulca yere düştü. İki adım atarak pencereyi kapattı. Dönüp etrafa bakınca yerdeki kağıtlar ona dağınıklık gibi gelmedi ait oldukları yer olduğunu varsaymak kimseye zarar vermeyecek bir düşünceydi. Duvarların beyaz ve gri arasındaki kararsız kalmış rengi yerdeki soğuk, soluk, dayanıksız parkeler, bu oda tam ona aitti. Yatağı hep düzenliydi yatağının üstündeki dört yastık hep olması gereken yerdelermiş gibi duruyorlardı derin bir nefes almaktan vazgeçip ayağı kırık olmayan sandalyeye oturdu. Oturur oturmaz düştü, yanlış sandalyeye oturmuştu, ayağı kırık olandı bu. Kalkıp üstündeki kırmızının en koyu tonu olan ceketi çıkardı ardından siyah ince gömleğini çıkartıp yatağının üstüne bıraktı. Ayağı kırık olan sandalyeyi elinde evirdi çevirdi, odasının boş olan duvarına şöyle bir baktı, boş kalmasın diye asılan kırmızı gül tablosundan da hoşlanmadığını fark etti o an, olağan gücüyle fırlattı sandalyeyi, ince cam sesiyle kalın eski tahta sesleri birbiriyle dans eder biçimde yer çekimine ayak uydurup buluştular. Olduğu yerden görüyordu, kırık olan ayak olduğu gibi duruyordu, tekrar eline aldı sandalyeyi ve kırık dökük olan tabloyu da yerine astı tekrar fırlattı sandalyeyi bu kez ayak kırılsa da kırılmamış gibi ayağıyla da tekmeledi birkaç kez. Diğer sandalyeyi de eline aldı onu da kırdı, ardından masayı, köşe duvarı yığılmış eski tahta parçalarıyla dolmuştu, bir an bunları yakacak bir sobasının olmamasına içerlenecek gibi oldu sonra aklına bir fikir gelmiş gibi duraksadı, elini pantolonunun cebine attı sigara alacak parası olmasa da kibriti vardı. Eline kırmızı ceketini ve siyah gömleğini aldı iki adım uzaktaki tahtaların üstüne büyük bir özenle indirdi, bu iş çok önemliymiş gibi dikkatle inceledi uzun süre sonra kibriti çıkartıp ince gömleğini tutuşturdu ardından alevin yayılma politikasını izlemek için yatağın ucuna oturdu. Alevler köşeye yığdığı tahta parçalarını yakmaktansa yere düşen kağıt parçalarını yakıyordu, ona doğru yaklaşan sıcak ateş arkasındaki yığınla duran tahta parçalarını gizleyen bir duman oluşturdu, tahtalardan gözünü ayırmadı, tahtalar ona bakıp gülüyorlar gibi duruyorlardı, kaşları çattı. Yerdeki kâğıtlar kül olmuşlardı, şimdi ince eski parkeler yanıyorlardı. Dışardan sesler gelmeye başlamıştı, kapıya gitmeyi düşündü ama çatık kaşlarını ve sorgulayıcı gözlerini o tahta parçalarından alamıyordu. Alevlerin arkasındaki dumanlar arasındaki o şey ona gülüyordu, onunla alay ediyordu. Para kazanmak için gazetelere satacağı makalelerdi yerdeki kağıtlar, üstünde yemek yediği masa da yoktu artık, ya yan komşusu gelirse ona oturması için vereceği sandalyeyi de kaybetmişti ve ona alayla bakan onu öfkelendiren o yüz gözünün önünde daha çok güler gibiydi, öfkeyle ayağa kalktı odanın kapısı kırılıp içeri girenlerle beraber duraksadı bakışları artık kapıdaydı…
Derin bir soluk daha çekti içine pencere sonuna kadar açıktı birkaç kağıt parçası oynadı masanın üstünde, hızla tüm kağıtları toplayıp cebine tıktı gördüğü kabus ona gerçek zamanı sorgulatmıştı gözleri istemsiz kırık sandalyeye gidiyordu biraz kafasını toplamak için ceketini giyip odadan çıkmak için ilerledi, daha aşağı inen merdivenleri yarılamadan hızla geri döndü kırık sandalyeyi alıp hızla aşağı attı. İnsanların bağırışları hemen ardından duyuldu, eğilip aşağı baktı, gözleri sandalyede oyaladı önce, kırık ayak duruyordu hala, ardından yerdeki kırmızı kana baktı hemen gözlerini kapattı çünkü eğer bakarsa onu iki ayda bir ziyaret eden tek arkadaşının yerde öylece yaptığını görecekti. Bakmadı. Görmedi. Gözlerinin ona sunduğu karanlığın içinde ona gülen bir surat vardı ve farkında olmasa da gözlerinden yaşlar akıyordu ama o bakmadı. Gözlerini açmadı açtığında artık önünde soğuk demirler, dört duvar vardı ve en köşede eski püskü bir sandalye…
Rabia Güvenç