post-gerçeklik (hakikat sonrası) kavramı ilk defa 1992’de steve tesich tarafından ortaya atıldı. başlangıcında bu siyasi bir kavramdı. tesich, bush hükümetinin propagandalarını halkın sorgusuz sualsiz kabul etmesinden ve bu sorgulamadan kabul etme durumunun bilgi kirliliği, hakikat arayışına karşı isteksizlik gibi sebeplerle dünya çapında siyasi bir alışkanlığa dönmesinden bahsediyordu. tesich’in eksik olduğu bir nokta var çünkü bu kavramın başlangıcından öncesi de var. biz post-gerçeklik döneminde yaşamaya 80’lerde başlamadık. insanlık tarihinde asla “gerçeklik dönemi” diye bir şey olmadı. algılarımızın “kusursuz gerçeklik”ten kaptığı kırıntıları da kendi içimizde manipüle edip tamamen değersizleştiriyoruz. bu durumun kaynağı insanlığın başlangıcına kadar gidiyor.

insan, yıldızlara baktığında “bu yıldızları mavi iplerle gökyüzüne kim astı?” diye düşündü. insanlar koca dağların üstüne çıkınca bile yıldızlara ulaşamazken onların da ötesine ulaşabilen bu varlık ne kadar yüce olmalıydı. çok basit ve doğal bir mantıktı bu, inanılabilirdi. fakat bu basit inanç bir çığ gibi büyüdü. dua etmek, adak adamak, “iletişime geçmek”, dışlamak, düşman belirlemek. zamanla bu inançlar dinlere dönüştü. hinduizm, budizm, hristiyanlık, islam… bu dönüşümlerle beraber çoğu konuda keskin çizgiler çizilmeye başlandı ama bu çizgiler kendi küçük dünyalarında bile mantıklı değildi. mesela tanrı denince akla iyilik, ışık, huzur gibi kavramlar gelir, şeytan denince ise kötülük, karanlık ve acı. fakat insanları ona boyun eğmezlerse cehenneme atmakla tehdit eden tanrının kendisiyken; ibrahim oğlunu kurban etmeye çalışırken onu durduran, isa çölde aç susuz gezerken ona yemek ve su ikram eden şeytandı. dinden habersiz olan bir kişi bu iki figürden hangisinin iyi, hangisinin kötü olduğunu düşünür? bu ikiliğe modern bir örnek de verebiliriz. günümüzde iyiliği, saflığı temsil eden bir sürü din adamının; ibadethanelerinde çocukları taciz etmesi, tecavüz etmesi gibi olaylar çok yaygın ve üstü (özellikle katolik kilisesi tarafından) özenle kapatılıyor. buna karşılık başkaldırmayı ve isyanı temsil eden the satanic temple gibi topluluklar; ezilenlerin yanında duruyor, adalet için savaşıyor, özgürlük için savaşıyor ama bu kimsenin umrunda değil çünkü ne yaparsan yap insanların tek umursadığı onu yaparken nasıl göründüğün.

son örneğimden sonra bana bu yazdıklarımı düşündüren modern satanizm (özellikle the satanic temple) üstüne konuşmak istiyorum. satanizmi, bir yıl önceki ben de dahil olmak üzere, çoğu insan ciddiye almıyor. bunun temel sebebi uzaktan bakınca semavi dinlere “köşeli ve havalı!” bir alternatif gibi durması. fakat bizim aklımıza gelen satanist toplulukların çoğu; teist satanist olarak geçen, tanrıyı da şeytanı da kabul eden ve bu ikisi arasından şeytana tapan dini topluluklar. bu toplulukların yaptığı ve hâlâ kapalı kapılar ardında yapmakta olduğu akıl dışı ritüeller, inandıkları şeylere neden inandıkları hakkında bir fikirleri olmadığını düşündürtüyor bana. satanizmin adına yüzlerce yıl sahip olmuş bu topluluklar günümüzde silinmeye yüz tutmuş durumda. bunun sebebi de 1966’da başlamış ve 2013’te köklü değişikliklere gitmiş modern satanizm.

modern satanizm için ateist satanizm ya da sembolik satanizm diyebiliriz. modern satanizm’de şeytan; gerçekten varlığına inanılan bir figür değil, özgürlüğü ve ayaklanmayı temsil eden bir sembol. modern satanizm’in başlangıcı anton szandor lavey’in, objektivizm ve nihilizm temellerinde, church of satan’ı kurmasıyla değiştiği anlaşılıyor. church of satan, bahsettiğim gibi non-teistik bir kuruluş. şeytanı insanın özünü temsil eden bir sembol olarak kullanıyorlar. church of satan, sözde materyalistik olmasına rağmen kendinden önce gelen satanist topluluklardan kalma büyücülük ve dini ritüeller gibi geleneklerden kurtulamıyor. gelenekleri, dışa kapalılıkları, ahlak kurallarını reddetmeleri, apolitiklikleri, otoritaryenlikleri, hareketsizlikleri ve 250 dolarlık katılım ücretleri gibi bir sürü sebepten, ben dahil, çoğu insan tarafından ciddiye alınmamaktadırlar ve günümüzde bir twitter hesabı dışında resmi olarak aktif oldukları bir yer yok.

1966’dan 2000’lere kadar modern satanizm denince ilk church of satan’ın ismi geçse de bu durum 2013’ün ocak ayında lucien greaves ve malcolm jarry’nin the satanic temple’ı kurmasıyla değişti. the satanic temple (tst); özgürlüğü, eşitliği ve mantıkçılığı savunan non-teistik bir hareket. tst, amerika, ingiltere, avustralya ve kanada gibi ülkelerde inanç hakları, kürtaj hakları, hümanizm konularında hükümetlere ve şirketlere davalar açmakta, herkes için adaleti amaçlamaktadır. aynı zamanda insanların yanlış algılarını ve gereksiz korkularını mitolojideki şeytan figürünü sembol olarak alarak kırmaya çalışmaktadır. üyeler, sık sık yaptıkları protestoların yanında her hafta bir de ayin yapıyor ve toplanma yerlerinin önünde vampir avlamaya çıkmış köylüler gibi gözüken, sinirli, eli meşaleli bir hristiyan kalabalığı oluyor. sadece protesto etseler yine bir sorun yok, iş şiddete varıyor. yüzyıllar önce tanrı için yeterince kan dökülmedi mi?

zamanında kötülüğü, soysuzluğu, karmaşayı temsil etmiş satanizm günümüzde hümanist, eşitlikçi ve barışçıl bir biçime evrildi. kendini hoşgörüyle, onurla ve barışla özdeşleştiren sayısız din ise masum görünüşlerinin altında din savaşları, baskılama, sansürcülük, ayrımcılık, kutuplaşma, şiddet, kara para aklama vb. durumlara ev sahipliği yapmış ve insanın birey olmasını engellemiştir. yanlış anlaşılmasın: bu saydıklarımın suçlusu (çoğunlukla) dinlerin kendisi, kutsal metinler veya o kutsal metinleri kabul edenler değil; bunları manipüle edip kendi çıkarları için kullananlar, neye inandığını bilmeyip kendini inanan değil de taraftar haline getirenler.

zaman akıyor. artık post-gerçekliğin de ötesindeyiz gibi hissediyorum. anti-gerçeklik? yalanlık? eskiden her şeyi siyah-beyaz gören ben, zamanla gri görmeye başlamıştım. şimdi ise her şey beyaz-siyah ve kafam çok karışık. hail satan?

Lucien