“Ötekinin varlığıyla karşılaşma anında yaşanan sosyal etkileşim bir sahnedir. Ortaklaşa oynanacak
oyun kurallarıyla birlikte bir uzlaşma ile verilmiş olur. Ama her bir bireyin sahne arkası vardır. Kısaca,
sosyal etkileşim sırasında ortaya çıkan uzlaşma aslında tam bir uzlaşma değil, yüzeysel bir
mutabakattır.” (Goffman, 1967)
…
“Freud, bilinçdışı ve unutma ilişkisinden bahsederken kazalar üzerinde çok durmuştur. Ona göre bazı
kazalar gerçekte kaza değildir; birer dışavurum, yüzeye çıkıştır. Onlar süper ego tarafından kabul
edilmeyen arzuların bilinçdışına atılması ile ‘niyetsiz’ olarak gerçekleşir. Peki bilinçdışı ve süper ego
kelimelerini kullanmadan, başka kavramlarla bu bakış açısını nasıl açıklarız? Belki şöyle ifade
edebiliriz… Yaptığımız bazı davranışların nedenlerini bilerek, yani onları fark ederek yaparsak
hissedeceğimiz suçluluk hissi bize ağır bir yük olacağından bu hareketler birer kaza olarak kendini
gösterebilir. Suçluluk hissi bizler için ağır bir bedeldir. Bu histen kaçmak için maskeler takar, farklı
performanslara bürünürüz.”
Sessiz sınıftan aceleci bir el kalktı.
“Kazalardan bahsediyordunuz… Ben tam anlayamadım, sırf istediğimizi yapabilmek için
davranışlarımıza kaza süsü mü veriyoruz?”
“Sayılır. Bu davranışlar, sonraları duygu yoğunluğu ile yaptığımız hatalar olarak yorumlanabilir bizler
tarafından. Gerçekte ahlaki açıdan iyi bireyler olmak isteriz. Sosyalleştiğimizde ahlaki olanı yapma
eğilimi daha da artar, tabii içerisinde bulunduğumuz çevrenin doğru bulduğu şekliyle. Dışlanmanın,
kabul görmemenin, toplum tarafından reddedilmenin yaratacağı potansiyel korku ahlak dışı olan
davranışlara yönelmemizi engeller. Ama gerçekte ahlaki veya ahlak dışı olan bu davranışların bir kısmı
bizim doğrudan rasyonel yollarla yaşamımıza kattığımız, çevremizden bağımsız benimsediğimiz
prensiplere dayanmaz. Hatta bazen o zaman aralığındaki istek ve ihtiyaçlarımızla çakışırlar. İstek ve
ihtiyaçlarımızın yoğunluğu, onların ne kadarının farkında olduğumuz, bu davranışı
gerçekleştirdiğimizde ne kadar suçluluk hissedeceğimiz gibi faktörler sonuçta nasıl davranacağımızı,
nasıl bir davranış ortaya çıkaracağımızı ve nasıl hissedeceğimizi belirler. En sonunda yapmayı
seçtiğimiz şey, eğer ne yapacağımızı biliyorsak, iki türlü de bizim zararımıza olacaktır. Bir tarafta
suçluluk hissederken diğer tarafta ihtiyacımızı doyuramayacağımız ikilemi ile karşı karşıya kalırız. Ve
bir anda pat diye bir kaza gerçekleşir! Davranışı gerçekleştiririz, ya da gerçekleştirmeyiz, ama
kendimizi sorumlu tutamayacağımız bir yolla. Yani, kontrol edemediğimiz koşullar bizi o davranışa
itmiştir. Uyuyakalmışızdır, alkol almışızdır, hastalanmışızdır, unuttuğumuz şeyler olmuştur, başımıza
başka bir şey gelmiştir… Böylece sunduğumuz benliğimize açıkça göstermeden yaptığımız bu
davranışlar bizi bir ikilemden kurtarır. Tercih edilen istenendir, ödenen bedel ise kendimize dönük
yüzümüze karşı gideremediğimiz suçluluğumuzdur. Yine de davranışı tercih eder ve iki yüzlü olmanın
kabulü ile yüzleşiriz. İşin kaza kısmı başkalarına gösterdiğimiz bir süstür ama içimizde duyumsadığımız
hisler bize bizi anlatır. En nihayetinde bizi biz biliriz, bir başkasının göremediği bir tarafta “ahlaki”
olanla çok büyük bir derdimiz kalmaz. Böylece, yine söyleyecek olursak bize kaldığı sürece
ikiyüzlülüğümüzle, ahlaksızlığımızla baş edebiliriz. Yeter ki görünen davranış tutarlı olsun. Yeter ki
kontrol edemediğimiz bir sürü şey arasında kontrol etme potansiyelimiz olanları da kendi lehimize
karıştırıp diğerleri ile birlikte kullanalım…”
Konuşmayı dinlerken kalbi bir anda hızla atmaya başladı. Bu sırada kitabın altını çizdiği cümleleri
okuyordu. Hayatının tam ortasında duran, şu ana kadar hiç fark etmediği bir şeyi fark edivermişti:
hayatın bir flörtten ibaret olduğunu. Başkalarıyla flört ettiğini sanırken, bunca zaman aslında
kendisiyle flört ediyordu. Madem olanlar bir kaza süsüydü, o sahnenin bir parçası olmak istiyordu.
Tıpkı cansız bir nesne gibi sahnenin köşesinde kenarında durmak, etrafı izlemek istiyordu. Arada
süslerin yerlerini değiştirmek, diğer öznelerin kafasını karıştırmak… Asıl özneyi sahneye yerleştirerek
gizlemek. Hele ki gizlenen bir şey olduğunu bilmiyorlarsa… Nasıl bulurlardı ki kendisini? Hızlıca
defterini aklına gelenlerle karaladı ve salondan ayrıldı. Sessiz bir yere gitmeliydi. Binanın etrafındaki
çimler boyunca yürüyerek her zaman oturduğu taş alana yöneldi. Bir metre arkasındaki büyük çınar
ağacının rüzgârda sallanan sesi ona huzur veriyordu. Kitabı okumaya devam ediyor, okudukça kendini
içinde kaybediyordu. Kitap bir anahtar gibi algı kapılarını açıyordu.
Oyun (Sahne Arkası)
Kural-1: Sahneye bir özne davet et.
Kural-2: Bir sakarlık yap.
Kural-3: Maskeni çıkar ve köşeye geç.
Kural-4: Bırak, özne aynaya baksın ve flört etsin.
Ya anlarsa, aslında kendisiyle flört ettiğini?
O zaman o da seni görebilir artık.
Perde kapanır. Flört biter, oyun başlar.
Peki ya göremezse, aynanın ardındakini?
O zaman kendi oyununu başlatamaz. Flört hiç bitmez.
Kafasını kaldırdı. Defterini resimlerle karalayan kısa siyah saçlı, büyük gözlü o tuhaf kız karşısında,
biraz uzağında oturuyordu. Tuhaf biriydi çünkü hayatın gizlerini keşfetmiş gibi hep huzurlu ve sakindi.
Acaba zihninde akan düşünceleri de böyle sakin miydi? Yoksa bir kaosun artakalan parçaları mıydı
gösterdiği? Bir süredir dikkatini çekiyordu çünkü alakasız yerlerde birbirlerine denk geliyorlardı. Tıpkı
kendi gibi o da dünyadan saklanmaya çalışıyor gibiydi ama bunu beceriksizce yapmıyordu; tamamen
görünerek görünmez olmayı başarmıştı. Görünen o ki bu alanın huzurlu havasını o da keşfetmişti,
birkaç keredir görüyordu onu buralarda. Kitabına geri döndü ve okumaya devam etti.
Sahne 1 – Karşılaşma
Flört, karşılaşmalarla başlar. Karşılaşmanın anlaşılması için dünyaya dair farklı bir görme biçimi fark
etmek gerekir. O andan sonra, hiçbir şey bir önceki ana benzemeyecektir. Başka bir öznenin varlığına
duyduğu merak kişiyi kendisiyle karşılaşmaya davet eder.
Kafasını kaldırdığında o da kendisine bakıyordu. Bir selam verse garip mi karşılardı? Ne de olsa ortak
dersleri vardı, garip olmazdı herhalde. Ama kız on metre kadar ilerideydi, bağırsa da garip olurdu.
Sonunda bir şey yapmaya karar verip el salladı. Kız ona göstermek için büyük defterini çevirdi. Altında
durduğu ağacı, arkadaki taş binayı, soldan geçen kaldırımları görebiliyordu, sanki tam ortada biri
oturuyordu. Çok huzurlu bir görüntüydü, farkında olmadan gülümsedi. Kız sonra defterini kapattı,
çantasına koydu ve taş binaya doğru ilerledi.
Birkaç gündür onu görmüyordu. Bu haftaki derse gelir miydi acaba? Onu görmediği günler boyunca
zihninde sürekli olası karşılaşma sahneleri kurmuştu. Her seferinde farklı cümlelerle açtığı sahneler
farklı gidişatlarla son buluyordu. O gün alarmını duymadığından derse gecikti. Hızla hazırlanıp eline
kitabını aldı ve kendini dışarı attı. Otobüste kitabı okumaya devam ediyordu.
Sahne 2 – Özneyi Davet
Özneyle karşılaşan kişi, öznede neyi fark ettiğinin tam ayırdında değildir. Bu yüzden ilgisine bir kılıf
uydurmaya çalışır. Bir nedensellikle daha somut hale gelen merak, artık gerçek kaynağını kaybedip
öznenin tepkisinde yeniden anlam bulacaktır. Bunun için kişinin özneyi kendi sahnesine davet etmesi
gerekir.
Aceleyle sınıfa girdi. Dersliğe girdiğinde tahtayı gördü. Büyük harflerle Arzu Kuramları yazıyordu. Gözü
sınıfı taradı… Sol arkada onu otururken gördü. Onun çoğunlukla hep sol arkalara oturduğunu o an
fark etti. Bu sefer en arkadaydı. Önünde açık defteri, defterin üzerine karaladığı silik çizimlerle
karışmış yazılar, büyük küpeleri, çenesine koyduğu dirseğinden aşağı düşmüş ip bilekliği, dikkatli
bakışları… Arkasında kalan boş tarafa geçti.
Ders arasından saniyeler önce kız yoklama kâğıdını arkaya uzattı ama kendisini fark etmemişti.
Dikkatini tamamıyla başka şeylere vermiş gibiydi. Yoklamadan ismini okudu. Ada. Sonra bir şey
söylemeye niyetlenmiş gibi aniden arkasını döndüğünde onu gördüğüne şaşırdı. “Selam…” Bir an
kaşlarını çattı. “Biz senle tanışmış mıydık? Ada ben.” Evet, pek çok kez. “Göksel…” Böylece hayal
etmediği senaryolardan birinde tekrar tanıştılar. Gözleri solda duran resim defterine kaydı. “Çizdiğin
resmi bana bir daha gösterir misin?” Güldü. “Güzel bir manzaranın parçasıydın. Okurken kendini o
kadar kaybetmiştin ki çizmek için defalarca baktığımı fark etmedin. İşte burada…” Gözlerini kocaman
açmış kendisine dikmişti. Ağacın altında oturan, kaşları çatık olduğu seçilen siluete baktı. Burayı başka
bir dünyadan görüyor gibiydi. Her şey aynı olmasına rağmen burada bir şeyler farklıydı. Bir dahakine
bu taraftan oturup etrafı izlemeyi düşündü. “Çok güzel… Bana verebilir misin bunu?”
Ara sırasında kahve içmeye çıktılar. Ada derste kafasına takılan düşünceleri anlatıyordu. Arzunun
eksiklikten geldiği düşüncesine karşı çıktığını anlattığı zaman aralığında çoktan ona hayranlık
beslemeye başlamıştı. Bir noktada tartışmaları o kadar alevlenmişti ki derse girmeyi unutmuşlardı.
Kimse diğerine bu durumu hatırlatmamıştı üstelik. Ada bir aralıkta geçen zamanın ayırdına vardı ve
gitmesi gereken bir yer olduğunu söyledi.
“Arzular konusunda anlaşamadık galiba. Belki başka konularda anlaşırız.” Bence anlaştık. Yarın yine
buralarda olacağını söyledi, akşamüzeri buraya uğrarsa onu bulabilirmiş. Sonra aniden hatırladığı işine
yetişmek için aceleyle yanından ayrıldı.
Göksel o gece rüyasında büyük bir kaza yaptığını gördü.