XII

Tüm katiller maske takmaz, önlük takanları da vardır.
Hepsinin bıçakları yoktur. Kimilerinin fırçaları vardır, ve de uçlarından damlayan boyaları.
Kimisinin yüzlerinde yara izleri; ama pek azının saçında bigudisi vardır.
Buruşmuş parmaklara sürülmüş sedef rengi ojelerse; pek belirgin bir özellik sayılmaz.
Ama varlar.
Katletmek gibi; katledilmek de insanlara özgü değildir.
Her gün bir tuval, şövale, boya ve fırça gibi ıvır zıvırları aynı yamaca taşıyıp; tıpatıp aynı manzarayı resmetmek ancak soğukkanlı bir katilin işidir. Uçurumun ucunda sapasağlam duran elma ağacı; seyreder titiz infazcıyı. Usulca hasır sepetten boyalarını alır, en keskin fırçasını seçer ve saplar tuvalin böğrüne. Elma ağacı, hali hazırda uçurumun kenarında olduğundan pek gölge etmek istemez. Gerçi istese bile edemez. Hava hep kapalıdır. Bulutlar (artık kimden ya da neyden gizlemeye çalışıyorlarsa) pek ustalıkla örtbas ederler bu suikastları. Bigudilerle bukle bukle yapılmış bembeyaz saçlar yine de duş dışında pek ıslanmazlar. Tekrar tekrar arşınladıkları yolun eseri olarak biraz saman, çokça lavanta, biraz da çiğ süt kokarlar. Elma ağacı kadının rutinini pek iyi ezberlemiştir. Gün doğumuyla uyanır, tavuk yumurtalarını toplayıp yem ve sularını verir, inekleri sağar, tulumunu çıkarıp temizlenir ve cinayet aletlerini alıp çiftlik yakınındaki lavanta tarlasının içinden geçerek doğruca bu yamaca tırmanır…
Yaptığı tüm tablolar aynı, tek bir detay hariç;
Dalgalar.
Noktası noktasına aynı görüntüyü; ancak her seferinde farklı bir dalgayı resmeder. Şövalesinin açısı yüzünden (ki şövalesinin ahşap olması ağaç için oldukça ürkütücüdür) tuvalin gelişini göremiyordu meyve güzeli, ama giderken taşıdığı tuvaller hep aynıydı. Ne yapıyordu? Dalgaları mı ölümsüzleştiriyordu? Bunun için neden şu “fotoğraf makinesi” denen zımbırtıdan kullanmıyordu ki? Geçen sene gelen turistlerde görmüştü, o şeyler resmen bir görüntüyü zamana hapsediyorlardı…
Günlerden bir gün, havanın canı sıkıldı. Neye üzüldüyse sonunda karanlık yüzünden yaşlar döküldü, tam da kadın iş üstündeyken bastı(rdı). Bigudili saçlar ıslandı, boyalar seyreldi ve fırçalar kanadı. Dahası; tuval de gök ile birlikte ağladı. Yamaçtan görünen manzaraya dair tüm o sarp kayalıklar, siyah kumlu sahil şeridi, bulanık dalgalar ve hastalıklı gök yüzü; tuvalden yere doğru önce damlamaya, sonra da oluk oluk akmaya başladı. “Bir cinayet diğerini örtbas ediyormuş!” diye düşündü elma küpeli kız, tuval boş değildi. Tuvalde bir kadın resmi vardı, bigudiler tanıdık. Kol kola, dip dibe, diz dize… Ak sakallı mavi bereli pipolu bir bey ile birlikte. Beyaz düğmeli koyu mavi ceketinin önünü iliklemiş balıkçı yaka kazağının üstünü örtmüştü. “Suç ortağı olsa gerek!” diye düşündü ağaç, kendince davayı çözmüş olmanın heyecanını yaşıyordu. Ama meyveleri ürperdi, dalları titredi, kökleri çekildi. Kadının gözlerinde zor durumlar için sakladığı saydam boyalar akmaya başladı. Aslına kavuşmuş tuvali göğsüne bastırdı, saydam boyalarla örtmeye çalıştı üstünü.
Ağaç dayanamadı.
Köklerinin dibindeki dikdörtgen şekilli dikili taşa baktı uzun uzun.
Bir elma düşürdü.