Selam. Ben senden biriyim. Norm dışı gibi gözüken hislerime senin de sahip olduğunu bilmek beni biraz cesaretlendirdi ve artık bunları anlatmaya karar verdim. 23 yaşındayım. Ezbere yaşamaya zorlandığım günlerimin arasında ezber bozmaya çalıştığım, ama bunu ancak yaşamaya ara verebildiğim bazı zamanlarda yapabildiğim bir hayatın içindeyim. Dünyayı gezme hayalleri kurmayı bırakalı çok oldu, doğrusu son bir yıldır da iki şehir arasında gidip gelmekten başka bir şey yapmadım. Her geçen gün biraz daha yoruluyorum. –aslında sadece yaşıyorum. Yorgunluğunu unutmak için sürekli daha da yoruluyorum. Bazı geceler bedenim titreyerek yatakta saatlerce yatıyorum. Ya mideme ya da başıma ağrılar girdiği oluyor. Bu zamanlarda hayata birkaç saatlik mola verip kenara çekildiğimde kendimi tanımaya vakit bulabiliyorum. Kendimle konuşuyor, mideme kramplar sokan düşüncelerin neden bana bu kadar acı verdiğini çeşitli yollarla anlamaya çalışıyorum. Ne taraftan bakarsam ona inanıyorum, bu yüzden hiçbir anlayışla bir doyuma ulaşamıyorum. Beni sen anlarsın. Anlar mısın? Ya sen nasılsın?

Biliyorum. Etrafta sürekli yanıp sönen ışıklar, dışarıda gittikçe büyüyen, büyüdükçe seni küçülten bir dünya. İstediğin, yaptığın hiçbir şey yetmiyor. Sevginin en adanmışını, başarının en büyüğünü, kendinin ise en iyi halini görmek istiyorsun. Zihninde dönüp duran cümlelerle kaldığında onları zamanında söylememiş olmanın ve şimdi de söyleyebilecek olduğunu bildiğin halde bunu yapmaya cesaret edememenin acısını duyuyorsun. Her bir kelimenin bir başkasının dilinde bambaşka bir anlam buluşunu görmek bile acı veriyor. Çünkü dünyadaki hiçbir gizin artık keşfedilemeyeceğine, her şeyin her an değiştiğine şahit olmanın umutsuzluğunu ve özgüvensizliğini hissediyorsun. Bazı arkadaşların her şeylerini kaybederken bazıları hayatlarının en güzel dönemini yaşıyor. Sen de zihninde hala o konuşmaları hayal ediyorsun. Belki de zihninde yaşamanın güvenli hissindesin. Kendi kelimelerinin, kendi bakışının arkasında saklandığın o alan olmasa hepten kendini anlamanın hiçbir yolunu bulamayacaksın. Bir gün yine kenara çekildiğinde kendine sorarken buluyorsun. Neden özgürleştikçe daha zeki olduğumuzu düşünme yanılgısına düşüyoruz?

Biraz daha zaman geçtikçe daha iyi anlıyorsun. Midene giren krampları, alakasız yerde gelen ağlamaları, hiçbir şey yokken içine düşen taşları üreten senin çarpık ve norm dışı hallerin değil. Her gün kalkıp yanlış öğretilmiş bir hayat düzeninin içinde kendine bir yer bulmaya çalıştığın için bu ağrılar. Yabancılaştığın, yabancılaştırıldığın bir dünyada ‘ben de sizler gibiyim!’ diye haykırmanın ne kadar rahatlatıcı olduğunu unutturmuşlar. “Ortaklıktan doğmayan farklılığın sahiciliği nedir ki?” desen anlamazlar seni.

Bazen bağırmak, bağıra bağıra herkese “Ben ne istediğimi bilmiyorum! Lütfen bana artık bunu sormayın. Size tüm samimiyetimi gösteriyorum işte, numara yapmıyorum. Yeterince yaşamadım. Hayatımı değiştirecek tek bir dalım yok ki tutunayım?” demek istiyorsun. “Bırakın, bırakın bir süre bilmeden yaşayayım ki bilmem için bir şansım olsun. O şansı almayın elimden, dünyamı daraltmayın! Siz böyle yaptıkça çiçek açmak yerine köküme doğru uzuyorum. Ülkemi kimin yöneteceğine, hangi meslekleri yapabileceğime, inançlarıma, sınırlarıma, aşklarıma, beklentilerime, doğrularıma karar vermişsiniz. Bir de bunlardan kurtulmamı engelleyeceksiniz. Farkında mısınız, yıllarımı alacak bütün bunlar! Gençliğim, güzel geleceğim sizin yanlışlarınızı düzeltmeye çalışmakla geçecek. Uzun bir süre tek inancım umudum olacak.”

Biliyorum, anlıyorum seni. Ben de söylemek istiyorum bunları. Senin yanında kalıp sabahlara kadar seni dinlemek, isyanına ortak olmak istiyorum. Birkaç şeye ihtiyacımız var seninle. Önce kendimize. Sonra gittikçe daralan bu yollardan, her yere yığılmış taşlardan, üzerimize çökmüş bu sisten ve buluttan, senden ve benden uzak olan her şeyden kurtulup, bir köşede sessizce acı çeken herkesi alıp birlikte bir trene binmeye. Bu sefer gerçekten, gerçekten işe yarar bir şey yapıp vagondaki herkese çiçekler dağıtmaya. Sonra buğday ve ayçiçeği tarlalarına, zeytin ağaçlarına, şelalelere, upuzun çınarlara, güllere, kimsenin ölmediği parklara… Denizlere, güneşlere. Birbirimize yaslanıp uyuyakalmaya. Gün doğumuna. Yeni bir güne.

O gün gelene kadar gözkapaklarımızda biriken ağırlıkları taşıyacak ve uyumayacağız. Zaten başka türlüsünü de yapamayız. O yüzden dalma öyle uzaklara, bana bak. Dağınık saçlarıma, yorgun bakışlarıma, yere değmeyen ayaklarıma, dudaklarımın kıvrılışına, kollarımı açışıma, en çok da sana bakan gözlerime bak ve kendini hatırla.

Biliyordum, zaten hiç unutmadın.