N: Siz hala en büyük dostunuzun köpekler olduğunu mu sanıyorsunuz ha baylar? YALAN! Tamamen kandırılıyorsunuz dostlar. Hayatını maceraya adamış, Western filmleri ile büyümüş, uzak yolculukların bıçkın delikanlısının bir ev kuçu kuçusuyla ne işi olur yahu? Size lazım olan attır baylar, rüzgar gibi bir AT! Böylece bu uzadıkça uzayan ve hiçbir arabanın sığamayacağı daracık yolların tek efendisi olacaksınız ve alnınızdan akan kovboy teri de hayatınızın ne kadar hareketli olduğunu anlatacak!

(Adam sesini yükselttikçe Godot yolcuları da ona yaklaşır.)

S: Bu adam çok bağırıyor, sattığı bir şey olsa gerek.

O: O kadar güzellediğine göre tabi ki bir at satacak.

S: Bak zaten yanında bir at var ama ne biçim at o öyle?

O: Kudurmuş mu acaba? Sürekli şahlanıp duruyor.

S: Arada satıcıya da çifte atıyor.

O:Dizginini ısırıyor ve başını sürekli sallıyor.

S: Bence kesin şişe şişe şarap içmiş bu.

O: Saçmalama, ata niye şarap içirsinler?

S: İçirdikleri ne malum? Belki gizlice kendi içiyordur.

N: Hoş geldiniz baylar. Atıma bakıyorsunuz sanıyorum. Almayı düşünür müydünüz?

S: Atınız çok mu şarap içiyor?

N: Şarap mı? Atım mı?

O: Siz ona bakmayın pek zeki değildir.

S: Yıllar önce bir kasaba evinde bir efendim vardı. O da çok şarap içince atınız gibi dizginlerini ısırır,
boşaltılmış kasalarını çifteler dururdu hahahaha.

(Hep birlikte gülerler.)

N: Çok şakacısınız baylar. Ama inanın bana atım alkolik değil sadece özel bir at.

O: Özel öyle mi? Neresi özel bu peçesiz çenginin?

N: Af buyurun baylar ama onu çok küçümsüyorsunuz. O çok iyi konuşabilen bir attır ama yalnızca gerçek
maceraperestlere dilini açmayı uygun görür.

At: Merrrrhabaa yolculaarrr! Siz çok uzuuun yolları beraber aşmış iki serkeşe benziyorsunuz.

S: Duydunuz işte keş diyor. Hayır biz senin gibi şarap meraklısı değiliz.

At: Ne şarabı dostlar? Serkeş diyorum, asi yani. Siz durgunlara ve durağanlığa başkaldıran, onların uyuşukluğundan, düzlüğünden ve yavanlığından nefret duyan iki gezgin değil misiniz?

S: Ah, şimdi anladım. Evet evet, tabi ki öyleyiz.

O: Kesinlikle öyleyiz hem de.

N: Daha önce kimseyle bu kadar hevesli konuştuğunu işitmemiştim.

At: Sen aramıza girmesene efendi. Söyleyin bakalım o zaman siz serkeşler: Yolculuk nereye?

S: Sahi biz nereye gidiyorduk yahu?

O: Sana milyon defa söyledim yeter artık.

S: Aklımda Lemmy’li bir şeyler kalmış ama…

O: Lemmy falan yok, biz Godot’ya gidiyoruz

S: Doğru, doğru evet! Biz Godot’ya gidiyoruz

At: Godot kim peki baylar?

S: Godot kim mi?

O: Godot kim öyle mi?

At: Evet, kim yahu bu Godot?

S: Cevabı sen biliyor musun?

O: Bilmiyorum zannediyorum.

S: Bunu daha önce hiç düşünmemiştik sanki.

O: Bence de.

S: Biraz düşünelim o zaman.

(Biraz düşünürler.)

S: Iııı , Godot Godot’tur işte ya öyle değil mi?

O: Bunun cevap olduğunu sanmıyorum.

(Biraz daha düşünürler.)

At: Tamam baylar Godot kimse kim, bilmemeniz dünyanın sonu değil ya. Pekala söyleyin o zaman bu Godot’ya neden gidiyorsunuz?

S: Oh bu soru çok kolay! Ben verebilirim miyim cevabını?

O: Biliyorsan sen ver tabi.

S: Biz Godot’ya gidiyoruz çünkü evden Godot’ya gitmek için çıkmıştık! Üstelik bir Salı günüydü.

(Satıcı ve At anlamsız gözlerle birbirlerine bakarlar.)

N: Ah, bu çok iyi o zaman baylar! Godot’ya giderken atım o mermi gibi hızıyla size çok yardımcı olacaktır.

At: Elllbettte baylarrr! Gördüğünüz gibi ben kalıbıma sığamayan fıkır fıkır bir yaratılıştayım ve böyleyken konuşmak bile zaman kaybı! Ama bir iki çift kelam edin, kendinizi tanıtın ki sizin eğerimde sıkı bir yer bulmaya layık, değerli yolcular olduğunuza hükmedeyim.

O: Bizim bir hayat felsefemiz var. Genelde bunun üzerine konuşuruz.

S: Evet! Biz felsefe konuşmaya bayılırız.

O: Biz hatırlayamadığımız kadar uzun bir süredir yolculuktayız saygıdeğer fıkır at. Yaşamımızın büyük bir bölümünü bu yolculukta konuşarak geçirdik, idealize hayatlarımızın tek büyük yıldızı Godot’ya gitme fikriydi ve bunun umuduyla buralara kadar gelmiş bulunuyoruz.

S: İnan bana Godot’yu bulma fikri aklımdan bir saniye bile çıkmadı fıkır at. Küçükken bizlere anlatılan o gösterişli arayış hikayelerinden beri Godot’yu arayıp bulmak, ona ulaşmak hevesiyle tutuşuyor yüreklerimiz. O arayış hikayelerini bilirsin değil mi? Bir adam günün birinde bütün heveslerini önüne, bütün tükenmişliklerini de ardına koyarak nereye vardığı bilinmez bir yola çıkar. Dünyada payına düşen son seçenekleri önüne koymuştur: Bu yol ya tattığı son çürük elma olacak ve içindeki kurtla beraber yaşamın sonunu boylayacak ya da Evrenin bu kadar yıllık yaşına değin barındırdığı canlılara sağladığı o en güçlü yaşam kaynağı, yaşama tekrar dört kolla sarılma kaynağı olan “tatlı sürprizler”den bir kepçe dolusu bularak hayatını daha önce aklından hiç geçirmediği, bambaşka bir şekilde yontup daha temiz günler ve daha parlak gecelere merhaba diyecektir. Tabi ki hikaye mutlu biter, adamımız ömrü boyunca farkında olmadan aradığı şeyi bulur ve bütün bu hikayeyi dinleyenlerin gönüllerinde derin bir uykuda olan umut tohumlarını da bolca sulayarak ortadan kaybolup gider. Potansiyel bizdedir, ama güzel hikayelere de ihtiyaç vardır.

O: Evet! Ne kadar da haklısın dostum! Düşünmeye başlayınca bambaşka bir insan oluyorsun. Bizi buraya getiren hikayelerin ne kadar önemli olduğunu söyledin, Ben de bizden önceki kuşaklarla çatışmamızın değerini belirtmek istiyorum. Düşünsene saygıdeğer fıkır at, bizim babalarımız, dedelerimiz ve onların büyükleri hep evine kapalı,köyüne ya da kentine kapalı insanlardı. Ötede adım atılacak bir dünya yoktu onlar için. “Görünürde imkansızlıklar”ın o müthiş caydırıcı etkisine kapılarak dışarı adım atmayı hiç denemediler, o cesareti gösteremediler bile! Onlara göre her şeyin bilgisine oturduğun yerden tozlu sarı sayfaları nefes almamaya çalışarak sürekli okumakla ulaşılırdı. Fakat onlar bizim dönemimizi yakalayamadılar ki yolculuğun o büyük öğretici değerini bilsinler.

S: Onların yolculuğa dair bildikleri hiçbir şey yoktu.

O: Kesinlikle! İşte düşüncelerimiz böyle fıkır at.

At: Anladım baylar evet, sizleri çok iyi dinledim ama sanırım dinlemesem çok daha iyi olacaktı. Siz zararlısınız baylar, hayattan ne istediğinize dair en ufak bir fikriniz yok ama ağzınız korkutucu derecede iyi laf yapıyor. Ayrıca size kendinizi düzeltebilmeniz için defalarca konuşma şansı verdim ama nafile. Hayat amacınızın temelini oluşturan Godot’yun kim olduğu ve ona niye gittiğinize dair bir cümle bile kuramazken Godot’ya nasıl gittiğiniz, giderken kimlere karşı neden tavır takındığınız gibi görece çok daha değersiz konuları ballandıra ballandıra anlatıyorsunuz. Ve şundan emin oldum ki baylar sizin harekette olmak, maceraperest yaşamak gibi bir amacınız kesinlikle yok. Siz sadece mış gibi yapıp gerçek eylemlerin yokluğunu laf salatasıyla kapatıyorsunuz. Karşı durduğunuz durağanlık ve durgunluktan, uyuşukluktan hiçbir farkınız yok, hatta kendinizi gerçek haliniz gibi kabul etseniz birbiriniz gibi tiplerden başka dost bularak daha samimi olabilirsiniz belki.

S: Bak sen şu çokbilmişe. Düpedüz kıskanç yahu! Efendisinin kırbacının emrine amade sözde “sihirli bir at” olsam ben de kıskançlık kusardım gerçi. Zavallı aptal.

O: Ve de rezil be! Bu zırdeli çenginin yanında görülecek hiçbir işimiz yok bizim. Hadi, vakit kaybetmeden tekrar yola koyulalım.

N: Atımla kavga ettikten sonra onu alamazsınız zaten.

S: Senin alkolik atını sarhoş eğlencelerine bile almazlar zaten.

At: Neyse ne, artık uzaklaşın baylar. Size iyi yolculuklar demeyeceğim çünkü gittiğiniz bir yol yok.

S: Bak sen şuna! Göreceksin be! Şeye gittiğimizde ilk seni kötüleyeceğim, şeye… Yahu biz nereye gidiyorduk?

O: Godot’ya gidiyoruz ama yürü artık.

S: Tamam tamam, yürüyüp gidelim buradan. Elbet ileride daha akıllı insanlar buluruz.

O: Tabi buluruz ya.

(Yürüyerek uzaklaşırlar.)