1

Aynanın karşısında saçlarını tararken bordo rujun kendisine ne kadar da çok yakıştığını düşünmeden edemedi. Siyah saçları ve koyu kahve rimeli ile çevresinde, kendisini; ailesi olarak tanıtan sahtekârlardan kolayca ayırabilirdi. Şu sıralar iyiden iyiye kendisini tehlikede hissediyor ve zarar görmekten korkuyordu. Kaçıp kurtulmak belki en doğru çözümdü ama nasıl, nereye?

2

Kızlarının yirminci yaş gününün sabahında Tahir, eşi Perihan ile birlikte evliliklerinin en zor kahvaltısını ediyordu. Kızları Serra kendilerinden gün geçtikçe uzaklaşıyor, kendisine zarar vermesinden korkuyorlardı. Daha dün gece uyurken yanına gidip saçlarını sevmek istemiş ancak kız aniden uyanarak boğazına sarılmıştı. Bazı günler eve gelmiyor ve artık çok sevdiği köpekleri ile de ilgilenmiyordu.

3

Bitmek bilmeyen kâbuslar, ölüm endişesi… Henüz bunlar için çok erken diye düşündü Serra. Ailesinin yerine geçen bu insanların tek bir amacı vardı bundan emindi. Ah, nasıl da benziyordu o kadın annesine. Ya o adam diye düşündü. Ancak bu kadar iyi taklit edilebilirdi bir insan. Artık kendisini koruyabilmek için gece hiç uyumuyor, sabah okula diye çıkıp, evlerinin üç blok ötesindeki bahçede güvendiği tek canlı olan meşe ağacının altında uyuyordu. Sonum yaklaşıyor diye düşünmeden edemedi. Tüm endişeleri haklı çıkacaktı. Dün gece babası olduğunu söyleyen adam odasına gelmişti ve eğer uyuyor olsaydım bu sefer beni öldürecekti diye düşündü. Sakin kalmaya çalıştıkça daha da derine batıyordu sanki. Hüzünlü bir parçanın en can alıcı yerindeydi. Tüm notalar kendisiyle bağdaşıyor gibiydi. Dinlemek yerine kalkıp müziği kapatmalıydı…

4

Tahir doktora gitmeleri gerektiğini biliyordu ancak kızları kendilerine yaklaşmıyor, her seferinde kaçacak bir bahane buluyordu. Her şey bir yıl kadar önce yaptıkları kazadan sonra başlamıştı. Araçla seyrederken bir anlık dalgınlıkla karşı şeride geçmiş ve kurtulmak isterken takla atmışlardı. Kızları Serra üç ay yoğun bakımda kalmış ve sonrasında hastaneden çıktıklarında bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. İnsan zor durumda kaldığında mutlaka geçmişi didiklerdi. Sorunun cevabı her zaman bugünde olmayabilirdi. Emin olduğu şey de; kaçtıklarının ta kendisiydi. Suçluluk; üç başlı devin salyaları gibi yapışıp kalmıştı üzerinde. Bir kere o dev ile baş başa kaldıysanız onun dişlerinden çok kendi düşlerinizden kaçarsınız. Nasıl sorusu yerini neden sorusuna bırakır. Girdap derinleşir, yerçekimi azalır, kaslar hükmünü yitirir, gözler kapanır…

5

Tanıdık kimse yok. Herkes yabancı. Herkes düşman. Herkesin derdi benim, ben hiç kimseyken. Başının döndüğünü hissetti Serra. Kustu. En sevdiği koyu kahve rimelinin avuçlarına bulaştığı fark etti. Bu kadar çok şeyi, bu kadar az zamanda nasıl kaybedebildiğini düşündü. Ailesi, arkadaşları, köpeği, herkes gitmiş, yerlerine tanımadığı, güvenemediği insanlar gelmişti. O kadar benziyorlardı ki kaybettiklerine, inanmak daha kolay olurdu diye iç geçirdi. Aklımı mı kaybettim yoksa ben? Peki ya gördüklerim? İnsan gördüğüne de mi inanmamalıydı? Çıkış yolu aradıkça her seferinde daha da karmaşıklaşıyor gibiydi labirent. Kuşku; sinsi bir fare gibi kulaklarımı kemiriyor, ben ise yalnızca gıdıklandığımı düşünüyordum…

6

Eğer kucaklayacaksak ölümü, en yakışıklı halimizle selam durmalıydık hayata son kez. Bordo rujunu her zamandan daha özenle sürdü. Dudaklarını birbirine kavuşturup tadını aldı. Kusursuz bir makyaj olmalıydı bu sefer. Kendini, gördüğü en güzel haliyle hatırlamak istiyordu. Çevresinde kendisini tanıyan tek bir kişi bile yokken, güzel olmanın, bir kadın için kendini güzel hissetmekten öte bir şey olmadığına emin bir halde baktı gözlerinin içine. Paketin içinden tek bir dal ve bir kibrit ile çıktı dışarı. Güneş batmak üzereydi. Ağır fakat emin adımlarla, tanımadığı bu dünyadan kopmak için daha fazla nedene ihtiyacı olmadığını düşündü. Trenin soğuk sesi uzaktan duyulmaya başladıkça aylardır hissetmediği heyecanın eksikliğini daha iyi fark etti. Gözlerini raylara devirip ruhunu başka bir evrene teslim etmeden önce aklında tek soru vardı: Beni bulduklarında bordo rujum nasıl görünecekti?