şu anda gözlerinde gördüklerim şunlar: bir sabahdöküntüsü, alacakaranlık, çatının kısa saçağından sarkıp cama pıt pıt vuran yağmur, fıtı fıtı dört ayaklı adım sesleri, kızıl bir günbatımı, karın örttüğü bembeyaz bir yokuş ve kurumuş güz ağaçlarının saklamaya çalıştığı sokak lambaları. üç duvara eriyen çivilerle asılmış suretler ve putlar, bu bir alevdir, gözlerinde ve bir öteki duvarda da yerinde duramayan bir kara tahta, sürekli dört köşesinden dönen bir köşesinde bekleyen bir köşesinde beklenen iki köşesinde de ezel ve ebęd çizen buoda. ortasındaki pencereden günün hiçbir vakti birbirine benzemeyen ağaçlar ve gökyüzü gözüküyor. ménière estetiğiyle harflendirmeye çalışıyorum. çok sonradan, güneşin açtığı bir gün, bir günebakan ve bir güneş, sabah ayrı renktedir bu oda ilkindin ayrı akşam ayrı bir renk ve gece elbette: mavinin türlü tonuna kaynayan karanlık, dişidir gece. burada güz vakti yapraklarının ardına saklanan yemyeşil kuşlar da var, kargalar da
böylece senin rüzgârlı gözlerine, ilkindin vakti güneşin uğuldayıp ışıldadığı o tozların uçuşmaya başladığı tek geniş odaya girmeyi başarıyorum. bana bir gülümseyiver. Neden bana böyle garîb, uzak uzak bakıyorsun? akşam oluyor, gün batana kadar otuz kuş benim göğsümden gözlerine varmak için hazırlanıyor; gece oluyor, karanlığa esmer bir mavi inene kadar otuz kuş altı vadiyi aşıyor; gör yokluktayım beni bilemedim ve benden geçemedim. gör, yokluktayım; beni bilemedim, benden geçemedim. senden beni sarıp sarmalayan nilüferli göllere dokunmuş bir sis yayılıyor. gözlerinde kelebekler de kanat çırpmaya başlıyor, binlerce toz uçuşuyor yine, binlerce zümrüt ışıklı düş. gülümsedin!
für alina