Şehrin merkezinde öylece dikiliyorum. Ne bir yere gidiyorum ne de bir amaç uğruna du-
ruyorum. Burada bekliyorum çünkü beni buraya koydular. İnsanlar durmadan önümden
geçiyor, güneşin altında parlayan mermer gövdem kimsenin dikkatini çekmiyor. Ellerinde
kahveleriyle koşanlar, kollarında sevgilileriyle yürüyenler, kulağındaki müziğe kafa salla-
yanlar ve daha niceleri geçiyor önümden. Ben onları izlerken, onlar hiç bana bakmıyor.
Benim için hepsi birdi, onların aralarından sadece biri özeldi.
Kumral saçlı, yeşil gözleriyle bana hayranlıkla bakan ufak bir kız hariç.
Her gün akşam üzeri annesiyle gelirdi benim olduğum meydana, annesi bir bankanın
önündeki makineyle uğraşırken o, neredeyse ufacık yüzünden taşacak bir gülümsemeyle
yanıma gelir suratımı biraz okşayıp sırtıma çıkıp oraya yatardı. Annesi onu çağırdığında
da hemen sırtımdan atlayıp yolun yarısında bana dönüp “Yarın yine görüşürüz pisicik”
dedikten sonra annesinin elini tutup gözden kaybolurdu. Her gün bu olaylar tekrar ederdi
ta ki bir gün ziyaretleri aniden kesilene kadar. Yerimden kalkıp onu aramayı ne kadar
istesem de yapamadım çünkü ben buraya konmuştum. Ben onu düşünürken güneş kaç
kere battı, mevsimler kaç kere değişti hatırlamıyorum.
Hiç beklemediğim bir gün gözlerim yavaşça bana doğru yürüyen birine takıldı. Kumral
saçlarının ucu pembeydi, üstünde siyah bir mont ve pantolon vardı, boyu da uzundu. Çok
tanıdık geliyordu bana ama önüme gelip kafasını kaldırdığı anda hemen anladım. O be-
nim küçük arkadaşımdı ama büyümüştü. Zümrüt yeşili gözlerindeki neşenin yerini bir
hüzün almıştı. Hep gülen yüzünden yaşlar akıyordu. Yaşlı gözleriyle bana baktı ve “Mer-
haba pisicik, çok uzun zamandır görüşmedik değil mi?”. Eskiden yaptığı gibi yine sırtıma
çıkıp her zamanki yerine yattı. Bir süre öylece kaldıktan sonra yine konuştu “Seni son gör-
düğümden beri neler yaşadım bir bilsen pisicik”