Seyirci ile yönetmen arasında sado-mazo bir ilişki vardır der Tarantino. Gerilim sinemasının mimari Alfred Hitchcock ise seyirciye olabildiğince acı çektirir,film bittiğinde bir kabustan uyanmanın rahatlığını yaşayan seyirci düsturuyla ünlenmiştir. Dolayısıyla sinema hasta işidir. Mekanik bir araç olan kamera seyirciyle yani ‘biz’ ile bütünleşmiş, imgeler dayatılmış hale gelmiştir. Filme kendimizi kaptırdığımız da bakış açımız çoktan zedelenmiş aslında yönetmenin görmemizi,düşünmemizi istediğini deneyimlemiş bunla da kalmayıp izlendiğinin farkında değilmiş gibi davranan insanların tepkileri kurgudan gerçeğe hızlı bir şekilde kaymıştır. Görülmesi bir o kadar zor ama bir o kadar bariz olan bir duvar vardır perde ile seyirci koltuğu arasında. Duvarın temsil ettiği şey filmin bir çerçeve içinde olması ve seyircinin gözlemci tarafsızlığıyla çerçevenin dışında yer almasıdır. Sonuçta sinema tanık olma hakkını verir ki bunun tehlikeli tarafı müdahale etme hakkının olumsuzlanmasıdır. -Yapan kadar gören de suçludur- Şiddet içerikli bir filmi izlemek şiddetin kendisini onaylamak sayılabilir mi peki?
Sinema tarihindeki en sevdiğim örneklerden biri Fransız yönetmen Gaspar Noe’ya ait. Gaspar, I Stand Alone( Seul Contre Tous) adlı filminde birden siyah ekranın üstünde FİLMDEN ÇIKMAK İÇİN 30 SANİYENİZ VAR yazısıyla karşı karşıya bırakır izleyiciyi ve geri sayım başlar… 30 saniye dolduktan sonra baş karakter babanın kendi kızına tecavüz etmesine tanık oluruz. Olabilecek en rahatsız edici unsurlardan biri olan ensest ilişkiyi biz görmek istemişizdir. Artık çok geç der bize film. Gaspar duvarı kırıp filmin doğasına aykırı davranarak vicdana saldırır. Her filminde bir şok edici unsur vardır.( Örn: İrreversible, Carne vb.) Buradaki konumuz Haneke’nin kırdığı duvarlardır.
Her sinefilin bildiği ünlü Alman yönetmen Michael Haneke Funny Games(1997) adlı filminde bu duvarın aşırı hassas kırılganlığını iğne batırırcasına seyirciye empoze eder. Şahsen Funny Games izlediğim en rahatsız edici film olma özelliğini taşıyor.Kaygı dozu güçlü senaryo ile yavaş yavaş artar. Açılış sahnesi katıldığım bir sinema kampında gösterilmişti filmin devamını izlemek ise güç.
Burada film terminolojisine başvurmak işimize yarayabilir.Filmin açılış sahnesinde aile mutlu mesut arabada klasik müzik dinler bu güzelinden bir diegesis/non-diegetic örneğidir yani sahneye ait olandır, karakterlerle aynı şeyi dinleriz. Başka bir filmde örneğin sevgili çift tam öpüştükleri esnada arka planda çalan romantik hava veren müzik diegetic dir. Karakterlerin duymadığı sahne dışı olan, bize özel yapılan bir şeydir.
Açılış sahnesinde ise arabadaki klasik müzik bittiğinde diegetic unsur haşırt diye giren scream vokal şeklini alır. Klasik müziğin huzurunun tam zıttıdır. Rahatsız edici kirli bir çığlık… Çoğu filmde arkada çalan ile filmin atmosferi bir uyum içinde iken Haneke ilk tabuyu kırarak diegesis ile diegetic olanı düşman edip seyirciyi önceden ruhsal karmaşanın haberini vermiştir adeta.
Konu şudur: Tatile çıkmış orta sınıf bir aile film boyunca iki beyaz giyimli gencin( Paul ve Peter) uzun süreli işkencesine uğrar. Yumurta istemek için eve gelen ikiliden biri yumurtaları ‘kazara’ kırar annenin toleransı yavaş yavaş düşer bitmek bilmeyen bir neden sorusuyla baş eder.Golf sopasıyla babanın bacağı kırılır, telefona yine kazara su dökülmüştür vb. Küçük aksaklıklar olduğundan daha can alıcı bir şekilde sunulur ve bu annenin zorla soyunmasına,çocuğun tüfekle vurulmasına kadar devam eder. Bu gibi küçük unsurların süregelmesi Haneke sinemasının burjuvazinin çöküşü olarak yorumlanmasına imkan verir.
En dürüst biçimde şiddet büyük bir haz verir. Haz duygusunu denklemden çıkartırsak yapılan eylemin,uygulanan şiddetin en küçük mantıklı bir tarafı kalmaz. Amaçsızdır.Ve bu oyuna dönüştürülür çünkü oyunun bir amacı vardır. Oyunun sonunda bir kazanç olmasa bile oyun oyun olsun diye de oynanır. Ahlaki değerlerden,sağduyudan tamamen yoksun olan bu iki genç bu çarpık mantıkla işkenceyi bir oyuna dönüştürmüştür ve bunu nazik bir ses tonuyla, gülümseyen bir yüzle yapar. Çoğu filmde sunulanın aksine katiller doğrudan saldırgan değildir kontrollerini kaybetmezler, yumuşaktırlar.
Filmin en etkileyici tarafı şüphesiz bu metaforik duvarların art arda kırılmasıdır. Filmdeki karakterin, filmde bir karakter olduğunun farkında olup kameraya bakıp seyirciyle konuşması 4.Duvarın kırılması olarak geçer.Bunun mimarı ise W.Shakespeare’dir. Tiyatro sahnesinin üç duvarı vardır ve dördüncü duvarın olması gereken yer seyircinin oyunu izlediği açıdadır ki seyirciyle konuşan figür orada olduğu farz edilen ama gerçekte olmayan duvarı kırarak oyunun dışına çıkar. Düşündüren bir yöntemdir bu hele Haneke’nin elinde.
Paul filmin bir yerinde espri olarak daha ortalama bir film süresine bile erişmedik der. Kameraya göz bile kırpar ve hatta bakışları filmin içinde gerçek olanın kurgusal olanla ayı şey olduğunun farkında olmanın zevkiyle döşenmiştir bile diyebiliriz.
Kameraya dönerek Paul: Siz inandırıcı bir olay örgüsü gelişimine sahip gerçek bir son istiyorsunuz değil mi?
Peter: Ama eğlenceli olsun…
Film artık o kadar rahatsız edici bir hal alır ki sonunda anne tüfeği alıp Peter’ı vurur ki bu seyircinin yaşayabileceği en büyük doyum noktasıdır sonradan Paul televizyon kumandasını alıp filmi geri sarmaya başlar ve tüfeği elinden alır. Kumanda bir kontrol aracı olarak düşman tarafın eline düşmüştür sanki rahatsız olan seyirci filmi durdursa bile Haneke buna hazırlıklı olarak bunla da dalga geçmiş gibidir.
Kumanda gibi bir diğer totem teknede unutulan bıçaktır. Hiçbir detayı atlamayan seyirci için küçük bir jest.
Filmin başlarında baba teknede bıçağını düşürür, bıçak yakın çekime alınır. Hollywood klişesi bize o bıçağın olay örgüsü için önemli bir hale geleceğini düşünme alışkanlığını aşılamıştır ki bu kırılan son tabudur çünkü anne tekneye zorla bindirildiğinde bıçağı eline almadan Peter bunu fark eder ve plan suya düşer adeta bir kez daha 1 saat 48 dakika süren sancılı serüvende küçük bir rahatlama şansı yok olup gider.Kumanda örneğinde olduğu gibi kontrolün kimin elinde olacağı kimin eline geçeceği sadece Haneke’nin evreninde de değil rahatsız edici sinemanın en temel direği konumunda olduğu kanaatindeyim. Gizem ögesi taşıyan filmlerde ise bu kontrolün bilinmeyen hatta metafizik bir ögenin elinde olmasından gelir. Sinema imgelerle işler, bu örnekte golf sopası,bıçak,kumanda ve Paul’un egzama bahanesiyle film boyunca hiç çıkarmadığı beyaz eldivenler akılda kalıcı imgelerdir. Çoklu minör temas…
Son olarak filmin en derin alt metni şu diyalogda geçer:
Peter: Eğer Kelvin yerçekimine meydan okursa evrenlerden birinin gerçek olduğu ortaya çıkar fakat diğer evrenler sadece kurgudur.
Paul: Nasıl yani ?
Peter: Ne bileyim. Sanal alemin izdüşümü gibi bir şey.
Paul: Kahramanın nerede? Sanalda mı gerçek dünyada mı ?
Peter: Ailesi gerçek dünyada kendisi sanal alemde.
Paul: Fakat kurgu,gerçektir.
Peter: Neden?
Paul: Onu filmde görüyor musun? O zaman başka bir yerde gördüğün gerçeklik kadar gerçek.
Peter: Aptal…
Kurgunun gerçek olma fikri Funny Games deki yoğun sadizmin sadece yan komşunun yumurta isteği ile gelmesiyle bile yüzümüzün dibinde olabilir.Nerede bir şiddet potansiyeli yoktur ki ?
Sadece bir filmdi,korkmaya gerek yok demek bir avutmadan ileri gitmeyecektir böylece.
Yazar : Can Okan