Balat’a taşınmışız. Yeni ev. Yeni mahalle. Herkesi evde bırakıp çıkıyorum. Bir yere yetişmeye çalışıyorum. Neresi bilmem. Köşeye de yeni bir kahveci açılmış. Evdekilere özür niyetinde kahve yollamak için kahveciye giriyorum. Bana beyaz, kenarları yaldızlı bir fincanda kahve ikram ediyorlar. Porselenin inceliği, kahvenin yumuşaklığı beni mest ediyor. Espresso böyle olmaz aslında diye geçirirken aklımdan; bunun içinde ne var diye sormuş bulunuyorum kahveciye. Olmaz tabi derken ellerini bir tenekeye sokup koca bir kalıp lor peynir çıkarıyor. Ellerinden peynirin suları damlarken tiksinerek bakmaktan alıkoyamıyorum kendimi. Sonra loru ufalamaya başlıyor kahvenin içine. Sanki süt tozu gibi ufalandıkça kahvenin rengini açıyor. Hayret ederek elimdeki beyaz fincanı masaya bırakıp teşekkür ederek ayrılıyorum dükkandan. Dışarı çıkıyorum. Ilık ve güneşli bir sonbahar günü. Arabama biniyorum. Radyoda Ana Baashaq El Bahr çalıyor. Üstümde krem ince bir trençkot. Saçlarım açık. Ilık rüzgar tenimi okşuyor. Şanslıyım trafik yok. Az önceki evi bırakmanın hüznü de gitti üstümden. Ilık havanın iyi gelmediği bir ölüm var sanki. Arabadan iniyorum. Saçlarım açık. İşte, sana geldim.

 

Meryem Dede