…ve günler geçtikçe sabahın erken saatlerinin anlamı değişiyor. ışığın kalın perde içerisinde hapsoluşunu izliyorsun bir bebeğin duru gözleriyle. uyku vaktinden sonra kalkma vakti. sabahın saf havası, bilgisayarının durduğu masa ve etrafındaki aile fotoğrafları. kendi kendine konuşmaların. “bu sabah tüm düşüncelerimi, bildiğim yerleri, tanıdığım kişileri ve hislerimi midemde eritip yeniden şekillendirdim.”

“anlaşılmak istemiyorum, herkesin bende hissedecek bir şeyler bulmasını istiyorum.”

kimsenin seni görmediğini sanarak yürüyorsun. büyüdüğün sokak ilk kez soyunuyor gözünün önünde, lambasının altında tüm yırtıcılığıyla sergiliyor kömür dumanıyla ciğerleri paslanan evlerini, bir dışavurumcunun gelişigüzel döktüğü asfaltlarını ve bilmemkimin bahçelerine çıkan aralıklarını. belki bir şeyler değişiyor, belki de görmenin yeni biçimlerini keşfediyorsun. hissettiğin korkuyu ben de hissediyorum. ben de sokakta yürürken korkuyorum. ben de güvende hissetmiyorum. göz temasından kaçınıp, bana seslenmediklerini umuyorum. ben de korkuyorum.

tren her kalkışında bir katliam bırakıyor arkasında. geçtiği her istasyonda yalnızca az önce burada olan insanların sessizliği kalıyor. sindiriyor ve kusuyor. sindiriyor ve kusuyor. sindiriyor ve kusuyor. birisi oturuyor karşında, gözlerini ovuşturuyor ve midesi ağrıyor. imkansız 12 saatlik vardiyalarda “daha iyi bir dünya” masalını yaşamak, dahası bu son bulmayacak.

tüm algıların seni fazla yüklüyor ve sandalyende küçülüyorsun, kucağında bir bebek beliriyor.
bir şeyler yeniden başlıyor…
ve sonra yine bitiyor.

trenden inince, binlerce kez yürüdüğüm sokağı senin için yürüyorum. geçenlerde ne kadar uzun süredir görüşmediğimizi fark edince afalladım. üstelik dediğin tek bir kelimeyi bile hatırlamıyorum ama nasıl hissettirdiğini unutamıyorum. inince denize karşı çimlere uzanıyoruz, düşünüyorum. en başından beri beni kullanmak istediğini düşündükçe, bizim için -daha doğrusu kendin için- yarattığın bu laboratuvar ortamının içinde geçirdiğim haftaların bıraktığı korku ve travmalar kaynayıp midemi ele geçiriyor; kendimi çimlere gömüyorum, daha çok gömüldükçe daha iyi görüyorum tanrıyı görüş açımdaki her şeyde.

“tanrının insan formunda resmedilmesi büyük bir aptallık.” diyorum sana. “zaten ancak onun kadar büyük bir usta yetiştirebilirdi bu kadar büyük aptalları. insanı güneş ışığından bağımsız düşünemeyiz, bir insan yoktur ki rüzgar bacağındaki kılları okşamamış olsun, yüzü hiç emmesin dünyanın damarlarını. kirlerle dolmamış olsun tırnakları, ıslanmasın elmacıkları. ne için böyle kusurlu tasavvur etsin kendisini?”

karşı çıkıyorsun: “eğer bir gün ona tapacaksam, ancak kendisini böyle kusurlarla beraber yarattıysa tapacağım ona.”

bu söylediğini dünyada çok fazla kişinin anlayabileceğinden şüphe duydum tüm zaman boyunca.

konuşmadığımız aralıkta yaşadığın onlarca ilişkin olduğundan bahsediyorsun, sanırım tam sayıyı da söylüyorsun ama dinlemiyorum. onlarca ilişki yaşamanı onaylamasam da kendini bulmuş olmandan memnun oluyorum sadece. şaşırmıyorum da. senden önce biliyordum zaten, en başında devam ettirme sebebimi daha iyi anlıyorum ya da bilsem de yeni aktarabiliyorum. istismar edilmek istedim. “istismar edilmiş olmanın” nasıl bir his olduğunu merak ettim. o korkuyu ve travmayı istedim.

(bunu fark ettiğimden bu yana her şey daha da kolay.)

gün geçtikçe büyüyor kasıklarımda hissettiğim boşluk, utancımı tamamıyla alıyor ağır ağır. yeni bir embriyodan çıkıyorum her gün, babanın beylik tabancasından dökülen camlarla nasır tutuyor ellerim. bacaklarım rüyalarında yerleşmek istediğin sahillerde koşarken güçleniyor. anneliğin ne olduğunu öğreniyoruz birlikte. her gün ciğerlerim parçalanırken, dişlerim dökülürken erişiyorum hakikatin tarifine: var olmak kadınlığa yakınsamaktan geçer. bir kadın gibi düşünmeden anlaşılamaz yaşam. erkeğin yarattığı yapay yaşamın tüm sözde “bilgisinden” mahrum; kısaca “cahil” bırakılmış, ama özgürlüğü için savaşmış ve erkeğin ilmine karşı kendininkini yaratmış. -ne güzel olurdu!- savaş için beslenmeyen ve dünyayı tüketmeyen bir ilim gerekiyor bizlere. hiçbir canlı bir diğeri için değildir ama her bir canlı bir diğeri içindir diyen. her gün daha da yaklaşıyorum acı şefkate sahip olmaya. her gün daha da yaklaşıyorum kutsal şefkate sahip olmaya. yakında bulacağım cevaplarımı, asla anlatamayacak olsam da.

panzehrini içinde aradığım bir zehirden başka bir şey olmasa da bu haliyle, yine de insanlığa kadar taşan bir öz sevgi ve dene-yanıl metodu ile yaşanabilir yaşam.