Kirli bulutlar üzerinde uçuyorum uzun zamandır. Sararmış yaprakların dalından kopup süzülüşünü izliyorum. Aylardır bekledikleri özgürlüklerine kavuşuyor gibi bir halleri var. Bazılarının hikayeleri bir su akıntısına karışıp gitmekle, bazılarının ise bir şiir kitabı arasına konmakla başlıyor. Benim için de her şey geyikli gece ile başladı. İşte o gün, bulutların da kirlenebildiğini öğrendim.

Uyanışlarım da yalnız kaldı artık, eski neşesi yok. Köşedeki fiskos desen boyanmayı bekliyor yıllardır. Su kaynadı. İşte, sabahımı güzel kılan an: Mis gibi kahve kokusu…

Şu ütü işi de yine sabaha kaldı. Kahvaltıya zaman kalmayacak galiba ütüden, bir şeyler yesem iyi olacak. Ütü neden ısınmadı şimdi? Neyse, kırmızı eteğimi giyerim. Toplantı için de daha şık olur. Eve dönmeden önce uğramam gereken bir durak daha eklendi. Üzgünüm sevgili fiskosum, canım ütü muzurluğunu yapmasaydı eğer; niyetliydim bugün seni yenilemeye. Söz gelecek ay sıra sende.

Ve yine işime gidiyorum. Yıllar önce her şeyden daha çok istediğim, bugünkü konuma gelebilmek için seve seve uykusuz kaldığım gecelerin aksine; eriyip giden hevesim geri götürüyor ayaklarımı son günlerde. Anladım ki reklamcı olmanın gerektirdiği temel özelliklerden birisiymiş, mutlu olmak. Aksi takdirde ekranlara sunmak istediğiniz çayı bile ağlatma isteği doğabiliyor içinizde.

– Günaydın Arzu Hanım.

-Günaydın. 10 dakika sonra sunumlarınızı getirin lütfen.

Bakalım bugün ne fikirler, hangi klişeler gelecek önümüze.

-Evet, başlayalım sırayla.

– Arzu Hanım, şimdi ben diyorum ki: İnsanlar, hayatlarından bunalmış; okullarına, işlerine giderken yollarına küçük notlar koyarak hepsinin yolunu bir çay bahçesinde birleştirelim.

   Of kızım, son 10 yılda kaç reklamın ana teması oldu acaba bu fikrin.

– Ben de şöyle düşündüm: Bir grup insanı toplayıp hareketli bir müzikle -içinde çaydan bahsedilen-  dans ettirelim sonra da birisi gelip yorgunluk çayı dağıtsın.

– Arkadaşlar, bu konuda hiç beyin fırtınası yapmadınız galiba; bunları bana sunmak için herhangi birinin, birkaç reklam izleyip karşıma gelmesi yeter zaten. Lütfen, şimdi evlerinize gidip düşünün ve bana yarın güzel fikirlerle gelin. Bugün erken çıkabilirsiniz. Çıkarken asistana söyleyin toplantıları yarına alsın.

Ben de önce ütüyü halledip Can’a erken gidebilirim. Ütüye en iyisi bizim spotçudan bakayım, hesaplı olsun. Bu yol bulma meselesinde bizim çocukların hazırladıkları sunum kadar kötüyüm galiba. Navi abla bile anlatmaktan bıkıp trip atacak sonunda. Bu işte en mantıklısı sezgilerine güvenmek. İçimdeki ses şimdi sağdan git Arzu diyor, ben de ona güveneceğim. Çok güzel… Şimdi geri dönüp sola gitmem lazım. Haydaa, burda da yok. Biliyordum işte ben, doğru yoldaydım; erken döndüm. Hah, buldum Ahmet abinin yerini.

– Kolay gelsin, Ahmet abi. Bana şöyle uygun fiyatlı, işimi görecek bir ütü lazım.

– Hoşgeldin, kızım. Ayarlarız hemen bir şey, Can yok mu?

– Can yok abi,  vaktim de çok yok hallediverelim hadi şu işi.

– Şimdi, bu ürün elimdeki en uygun olanı, işini de görür. Bence sen bunu al kızım.

– Tamam, bunu alayım. Biliyorsun abi, ödemeyi on beşinde yaparım anca.

– Sorun yok, Arzu kızım.

– Ha bir de, bana boya lazım abi nerede bulurum?

– Bizim çaycıdan sağa dön hemen iki ya da üçüncü dükkan boyacı olması lazım.

– Sağ ol, hoşça kal.

Tamam Arzu, bunu da  bulursun herhalde. Alt tarafı çaycıdan sağa döneceksin. Çaycı burda, şimdi sağa dönelim. Yes be Arzu, helal sana buldun.

– Kolay gelsin, ben eski fiskosumu boyamak istiyorum. Onun için boya ve vernik bakmak istiyorum.

Acaba eskitme mi yapsam. Şimdi, eskitme yaparsam bir de onun aparatını almam lazım masrafı arttırmayayım hiç. Hem zaten eski, daha da eski göstereceksem niye boyuyorum. Kandırma kızım kendini, seviyorsun eskileri işte.

– Buyurun hanımefendi, ileride solda ahşap boyaları.

Waow, çok fazla seçenek var. Kendime göre düşünürsem çıkamam işin içinden. Can olsa hangi renk isterdi? Evet, kesinlikle sarı ama en sevdiği renk yeşil. Eskitelim biz bu fiskosu en iyisi. İki rengin de gönlü kalmasın.

– Yeşil tabanında sarı yapıcam, vernik ve eskitme aparatını da ekleyelim. Ne kadar tutuyor?

 – ₺113 efendim.

– Buyurun, iyi günler diliyorum.

– Teşekkür ederim, iyi günler.

Beklediğimden uygun tuttu, fazla zam gelmemiş herhalde. Fazla geç olmadan Can’a uğrayıp eve geçeyim, bugün güzelleşsin fiskosum.

– Ben geldim, Can. Bugün Arzu’nun kurallarını çiğnedim, erken geldim. Bütün toplantıları iptal ettim. Hem de sırf babaannenden kalan fiskosu boyamak için. Biliyorum sen onu çok seviyorsun, kendi haliyle. Ama bazı şeylerin değişme zamanı gelmedi mi artık? Bugün ütümüz bozuldu, Ahmet abiye gittim. Seni sordu, yine. Bir şey diyemedim. Sen hangi renk olsun isterdin, kendi hali dışında diye düşündüm. Sarı derdin değil mi, ben seviyorum diye. Ama sen en çok yeşil seversin. Ben yine kayboldum. Yine aynı yerden geriye döndüm. Sonra yine sezgilerimi dinledim, senin dediğin gibi. Buldum Ahmet abiyi ama yine kaybedeceğim, biliyorum. Çocuklara kızdım ama onların yerinde olsam ben nasıl yapardım diye düşündüm, sana gelirken. Ben olsaydım, hayatımızı bir resim yapardım ve pembe çay ağaçları koyardım evimizin bahçesine. Sırf sen, pembe ağaç mı olur Arzu deyip yeniden gülebilesin diye. Çileklerin ne güzel olmuş, bunları sana getirdiğimde herkes kızmıştı. Neymiş efendim, burada olmazmış. Neden olmasın, bize de bunlar olmaz dememişler miydi? Bak ne güzel olduk. Çileklerini yesem kızar mısın bana? Bir tanecik yiyeceğim. Çok güzel olmuş, tam senin sevdiğin gibi. Tam senin tadın gibi…

– Heey, hanımefendi! Yemeyin onu, çarpılacaksınız. Hey Allah’ım, meyvesini yiyecek bir mezarlık mı kaldı!

 – Yediğimize de karışıyorlar artık be Can, ben sanki özellikle burayı seçiyorum; seninle yemek istiyorum. Seninle evimizde olmayı istiyorum ama yine eve yalnız dönüyorum. O günü hatırlıyor musun? Hani, çiçeğim hasta olunca toprağı nasıl kokuyor diye sormuştun. Ben de ne bileyim toprak gibi işte demiştim de gülmüştük. Artık yağmur yağdığında tüm yeryüzünü senin kokun kaplıyor. Sanki sana kavuşuyorum, sımsıkı sarılıyorum. Biliyor musun, her kuşun bir baharı olurmuş cıvıldadığı; sen de benim baharımdın Can. Bazen sana ansızın nasıl gelebilirim, diye düşünüyorum. Orhan Veli gibi mesela. Birdenbire benim bile beklemediğim bir anda, bir inşaat çukuru yardımıyla. Ya da başka bir şair: Kimseyi rahatsız etmeden kibarca gitti, öylesine kibarca gitti ki bu kibarlığı küçümsemeye benziyordu, bulabildiği en karanlık sokakta ruhunu çözmek.’’ diyordu, Nerval’ın intiharı üzerine. Öyle ya da böyle. Nasıl olmalı bilmiyorum ama artık olmalı. Artık, bu ayrılık bitmeli. Ama uzun zamandır bir gün daha yaşamak için bulduğum bahaneyi ortadan kaldırmalıyım. İlk önce fiskosumuzu boyamalıyım Can’ım.