hani böyle sıkışmış hissedersin, kaplar ya tüm bedenini, zincirlere vurulursun,

idrakine vardığında göğsünden fışkıranları görmek istemeyenleri,

sadece yazıp tatmin olursun.

tek çekip çıkaran kelimelerdir seni, yara bandını bulursun.

 

pelesenkti gözüme, dilime…

gördüklerim…

işittiklerim…

demişti annem hayallerinin içine edecekler,

bi hevesle yüklenecekler,

inanmadım,

 

HAKLIYMIŞ!

terzi bir kez dikse şaşacaktım kendi söküğünü

yorgun düşmüştü yoksa dikememiş miydi yırtığını

bırakmış mıydı yamalı yamalı

kim dikecekti o söküğü, yamaların gerçek yüzünü kim gösterecekti?

belki de kum saati…

 

psikoloğun ihtiyacı olur muydu hiç psikoloğa?

O DA YETER Mİ, psikiyatrist dururken.

bu denli büyük yükleri sallamayan,

 

her yükü taşımaya elverişliyken kendini taşımaktan gocunan

nasıl devam edebilirdi nefes almaya akciğerleri tıkalıyken?

elini çıkarmış yardım dilerken yardımının göğüs kafesinde olduğundan bihaberdi…

başka yüreklerde, bambaşka hayallerde arayıp durduğu çözüm yanı başındaydı oysaki.

izliyorum…

merakla, durmadan, iç dış yukarı aşağı demeden izliyorum

yanan mumun duman altı yaptığı vanilya kokusunda arıyorken birkaç iz

klasiklerin tadında mana ararken bulmuştum çoktan asıl marjinalliği

sessizlikte ses aramanın kafasından istiyorum, deliliğin güzelliğinden

spinoza haklı çıktı yine “iyileri görsem de kötülerin peşinden gidiyordum” sanırım

gitmeye devam edecek miydim akıllanmayıp?

zaman…