Ütopyalar güzeldi fakat cumartesiler kadar değil.

Başından başka hayatların geçmiş zaman öykülerini atıp birkaç saatliğine battaniyeye teslim olmuştu. Saçlarında anılar taşıyan kadınlar kalpleri kırılınca kestirip atamazlardı geçmişi hiç yaşanmamış gibi. Bir şişe şarap ve Inti-illimani oldukça arkada, devrimci şarkılar dinleyip belki sarhoş olacak, belki yalnızca saatler gibi gelip geçeceklerdi akşamın karanlığında. Zaman yalnız zamana karşı koyanların götürür şimdisini elinden. Gelecek hiç gelmeyecek olur şimdiler geçmişe giderken. Tutup elinden yardım eden yoksa yardım istemez kanepe kadınları. Günlerce kıvrılıp uyumaktan, daha doğrusu uykuya kapılıp uyumayı unutmaktan, bel ağrısı çeker hiç de yakınmazlar bundan. Yaratılmış şikayetlerin arasında, kendi eksiklikleri, varoluş sancıları yaşanır, yaşatır ve üstüne çok düşünmekten belki de bir gün yerini başkasına bırakır. Kitaplığında  yer kalmadığından orda burda duran yığınla kitaba takılır da düşerse bu kadınlar hiç düşmemiş gibi gülerek kalkarlar ayağa.

Şarabın sonu gelirken tutunacak dalı kalmadığından belki

Belki tutunduğu ne kadar dal varsa kırıldığından,

Yalnızlığıyla konuşurken bulur  kendini.

Her şeyin üst üste geldiği ama gidenlerin bir türlü gelmediği dünyalarında tek kişilik yaşamaya alışkındırlar.

Ne çok şey anlatır masada duran kadeh. Küçük demlikler, yatağın bozulmadan duran tarafı. Ne çok şey anlatır fermuarını çekemediği için alınmayan elbiseler, tek çıkılan yolculuklar.

Albümler zamanın bıraktığı yaraların kabuğunu kaldırmak, solan çiçekler güneş almayan küçük odaların bir türlü atılamayan demirbaşlarıydı. Televizyon yoktu, perdesi hiç kapanmayan camlar ve pervazları vardı.

Süregelen düzenin değiştiremediği bir şey varsa o da loş ışıkta okumaktan gözlük fiyatlarına aşina oluşuydu.

Saatler geçer başka bir şişe şarap ya da boş çay bardakları doldururdu masayı. Yıkanmayan bulaşıklar yerini yeni tabaklara bırakmaz, sayısı kadar bardak, misafir gelirse diye uykuya dalan takımlar uzanamadığı raflarda yerinden hiç kıpırdamazdı.

Çoğul kavramı yerini tekilliğin dayanılmaz hafifliğine bırakmışken sabah olurdu.

 

Ütopyalar güzeldi, fakat cumartesiler kadar değil.

Pazar günü dışarı çıkmak için bir sebep ararken düşlerinde,

Başka hayatların geçmiş zaman öykülerinden sıyrılıp kendine teslim olduğu kanepede bir başka güne uyanacak,

Gün dün olacak,

Bel ağrıları da bir yerlerde unuttuğu gözlük sayısı da arttıkça yaşlandığını hissedecekti kadın.

Zaman zamana karşı koyanların saçlarını ağartırdı.

Başka bir cumartesi akşamını düşleyerek yaşayan kadınların saçları hep siyahtı,

 

Siyah kalacaktı.