Tebrikler, hayatınızın çeyrek dilimini doldurdunuz. Hadi geçmişte neler yaşamışsınız bir göz atalım. Doğduğunuz yıl Ahmet Kaya vefat ederken adını sanını 10 yıl sonra duyacağınız bazı müzisyenler Ankara’nın küçük rock barlarında ünlenmeyi bekliyordu. Babanız dükkanından getirdiği onlarca kasetlerle size Tarkan dinletirken dikkatinizi tek verdiğiniz şey annenizin sesiydi. Dünyayla bağınız olan memelerin yanında tek gördüğünüz birkaç siluet ve küçük televizyon ekranından yansıyan renklerdi.
Bir yıl sonra ikiz kuleler aramızdan ayrılacak, siz de ilk adımlarınızı atmaya başlayacaktınız. Bir salıncağınız vardı, üstünde hoplarken düşüp ayağınızı burkmuştunuz. (küçük ve büyük felaketler hep böyle başlardı) Anneniz bu çocuk yeni yürümeye başlamıştı ne olacak şimdi, diye ağlamıştı. Merak etmeyin, ne konuştuğunu anlamadığınız için yürümekten vazgeçmediniz.
Büyüdükçe çiçekli böcekli kıyafetleriniz ve etekleriniz arttı. Önünüze bakarken annenizin üstünüze neler geçirdiğini anlamazdınız, ama annenizin mutlu olduğu her koşulu iyi bir şey olarak anlayıp seke seke merdivenleri inerdiniz. Çok hızlı büyüdünüz, biliyor musunuz? Çünkü taklit etmek serbestti! Siz de artık siluetlerden çıkmış durumda olan babanızı, ablanızı, annesinin elinden tutarak karşınıza koyduğu arkadaşınızı tanımaya başlamıştınız. Bana göre en büyük başarınızsa saçlarınızı ilk defa kestirmeye kuaföre gittiğinizde ağlamamanızdı. Kısacık saçlarınızla aynada kendinize bakmış, dilinizi çıkartmış, dans etmiş ve yeni imajınızı çok beğenmiştiniz. Bu davranışınızın bir alışkanlık halini alması ve her saçınızı kestirdiğinizde mutlu ve neşeli ayrılmanızı da tebrik etmek lazım.
Bir gün anneniz elinizden tuttu ve sizi bir sürü sizden birilerinin olduğu bir odaya bırakıp kayboldu. Arkasından bakakaldınız. Sağınızda solunuzda ağlayıp zırlayan çocuklar vardı, siz ağlamamaya karar verdiniz. Anneniz bak, demişti, bu senin öğretmenin tamam mı? Öğrrritmenim, diye sesler duyuyordunuz her yerden. Biz şimdi sizle ne yapacağız? Boyamalar, oyunlar, çirkin sulu yemekler, öğle uykusu, koşturmalar, oyuncak ve alan kavgası, aşık olmak, doğum günü partilerinde yenen pastalar… Üfffffff!
Üflediniz mi? Neden çok üzgündünüz o gün? Ben biliyorum, maytap koymuşlardı pastanıza, ama yeterince mum yoktu arkadaşınızın doğum günündeki gibi. Olsun.
Bu birkaç yılda 605 kere ağladınız, bu da aslında her iki günde bir ağladığınız anlamına geliyor. Bunlardan 35 tanesi canınız yandığı için, 405 tanesi ihtiyaçlarınız için, 165 tanesi de aileniz istediğini yapmadığınızda gerçekleşti.
Burnunuzu karıştırıp koltuk arkasına sürmeyi, ç-a-y kaşığıyla çay içmeyi, cama yüzünüzü yapıştırıp iz çıkarmayı, yerde sürünmeyi, birşeybirşeyoyun.com’da oyun oynamayı ve annenizin köyünü çok severdiniz. Dedenizin her akşam çaya gelip geç saatlere kadar sizle oturmasından, cimcik atmasından ve anlattığı sıkıcı hikayelerden nefret ederdiniz.
Beş yaşına geldiğinizde… O yıla dair bütün anılarınızı silmek zorunda kaldınız.
Bütün bunları daha sonra, yazdığınız kitaplardan birinde anlatacaktınız, çünkü anlatmanız için önce anlamanız gerekti. O zamanlar, bu hareketinizin yapması ve kaldırması ne kadar güç bir şey olduğunun ayırdında değildiniz. Sonraları, çocukken sahip olduğunuz bu gücü kıskanacak kadar büyük bir hayranlıkla karşılayacaktınız.