“Kamera mükemmeli aramaz, sıradanı yakalamayı amaçlar. Son yüz küsür yıldır ekranlarımız [görsel mecralarımız] o kadar büyüdü ki kamera küçük detaylar için büyüteç görevi görmekte. Yüzdeki yüzlerce kastan bazılarının bir dizi hareketi, kameranın ömrü boyunca yakalayabileceği en iyi karelerdir.”

-Bilge biri (yirmi sekiz Ağustos yirmi bir)

            On dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde sanat felsefesinde (henüz hiçbi’ yerde okumadığım) bir kırılma oldu, o vakte kadar (yaklaşık on bin yıl) soyutun icrasıyla sınırlı kalan tırnak içinde geleneksel sanatın yanında somutun kaydedilmesine dayalı sensör sanatı ortaya çıktı. En büyük atılımlar, ilk fotoğraf bin sekiz yüz yirmi sekiz ve ilk ses kaydı bin sekiz yüz altmıştı. Platoncu terimlerle ele alırsak sanat, idea temelli, zihinde beliren tasarının dışavurumu ve yansıma temelli, duyusal verilenlerden tercih edilen bir kısmın kapılması olarak ikiye ayrıldı. Biraz düşünüldüğünde hangi sanat dallarının hangi sınıfa girdiği tahmin edilebilmekle birlikte, yine biraz düşünüldüğünde bazı alt dalların sınıf değiştirebildiği görülebilir, bu yüzden kesin bir sınıflandırma gereksiz olur. Sözgelimi rock müzik, yararlandığı yükseltici sistemlerle (gitar manyetikleri, amfiler, mikrofonlar, vs.) sensör sanatlığı doğasında olan bir türken icranın kaydıyla iki, belki daha çok kez sensörlenmiştir. Klasik müzik ve opera ise ortaya çıktıklarında yalnız icra edilen idea temelli türlerken ses kayıt teknolojilerinin gelişimiyle birlikte sensörlenmeye başlamıştır. Resim ve heykel, klasik kullanımlarında sanatçının performansı sonucu idea temelli eserler ortaya çıkarırlarken fotoğraf ve sinema, alışılagelmiş kullanımlarında sensörün kadrajlanmış bir görüntünün yalnızca belirli anlarını yakalamasıyla yansıma temelli görüntüler sunarlar.

            İdea temelli sanatlarda idealin iki farklı tanımı söz konusu olur, biri “düşüncenin tasarlayabileceği bütün üstün nitelikleri kendinde toplayan” yani mükemmeli ifade ederken diğeri, “uygun” yani vasatı anlatır. İdea temelli bir sanat yapıtı için mükemmel olmak, mükemmele oynamak ya da vasat olmak, vasata hitap etmek mevzubahistir. Yansıma temelli sanatlarda ise ideallik zaten yitirilmiştir, görüngüler, idealardan -şansı varsa- bir ya da -genelde yoktur- daha çok kez yansımışlardır. Onlar için normal, doğal ya da sıradan denebilir.

            Bu yüzden sensör sanatçısının yapabileceği en iyi iş, sıradanı aramaktır. Enstrümanını her zaman kusursuz çalmak zorunda değildir, filmlerinde mükemmel görüntüler yakalamak zorunda değildir, muhteşem fotoğraflar çekmek zorunda değildir. Bunları yapmadığı anlar, (çoğu zaman) en sevilen işleri olmaya mahkumdur. İnsanlığının ve ölümlülüğünün açığa çıkması da açıklayabilirdi bu en sevilen işi olma durumunu ama asıl nedeni budur, eşyanın tabiatına uygun olmasıdır.

Yasemin Erol Fotoğrafında Sıradanlık 2

            Sıradan. Bir mavi gökyüzü, ortalığa serpiştirilmiş bulutlar, rengini görünür kılanın yoz güneş ışığı olması nedeniyle tadı tuzu kalmayan elementler. Bunlar, Erol fotoğraflarının ham maddeleri. Çarpık, rastgele, anestetik, olağan, çirkin, konforsuz, sıradan, basit, doğal, karışık, ani, tercihî ve -genelde- makyajlanmış fotoğrafları bazen tekil, bazen kolajlar halinde sunan Erol, görsellerinde kişisel zevki doğrultusunda kendine has bir atmosfer oluşturur. Bu atmosfer, insanı fotoğraf üzerinde ne kadar oynanırsa oynansın görüntünün bir gerçekten elde edildiğine inandıracak anestetikliktir. Bu atmosfer, mesajın kendisidir. Sıradan.

Yasemin Erol Fotoğrafında Sıradanlık 3

            Erol, görsel haz adına kozlarını mütevazı bir şekilde kullanır. Görüntü kalitesi adına hiçbir şey vadetmeyen fotoğraflarında, düşük kontrastlar ve seçilir detaylar kurguladığı gibi yüksek kontrastlarda detayların kaybolmasını da isteyebilir. Her koşulda piksel yoğunluğu da renk derinliği de düşük olan fotoğrafları, paylaşılabilirliği ve tüketilebilirliği yüksek ürünlerdir. Yanından geçer gibi hızlı bi’ bakış atılacak, fakat fotoğrafının çekilmesini, ona bakılmasını istetecek manzaralardır. Hiçbir iddiası yoktur, gösterişten uzaktır, yine de kendi kişiliğiyle var olur ve bununla özgüvenli, takdir edilesi bir duruş sergileyerek seyircinin (insanların) ilgisini çeker.

            Elbette Erol’un sanatının altında böyle bir felsefe yatmaz, bu felsefe, onun sanatının betimlemesidir. Hızlı fark edilmiş, hızlı çekilmiş, hızlı kurgulanmış, hızlı paylaşılmış, hızlı bakılmış ve hızlı geçilmiş bu fotoğraflar bir dönemi anlatmaktadır, izlenimlerin hızlı edinildiği ve imajların da buna göre tasarlanması gereken bir dönemi. Dönemine uygundur, işlevseldir, seyredilebilirdir. Felsefi ve sosyal olarak böylesine karşılık bulan bu fotoğraflar, bir klasiğin gelişini sorgulatmalıdır.

            http://www.instagram.com/niyecektinbunu/