Uyandığında yataktan hemen kalkamadı, bir süre kalın perdenin arkasından sızan güçlü ışığa dikti gözlerini. Burada son uyanışı olacağı düşüncesi onu sarıp sarmaladı ve biraz daha bakma iç güdüsü onu oraya hapsetti. Ama bugün biraz daha bakacağı çok şey olacaktı. Gözlerini oradan ayırdığı anda vakit kaybetmeden giyindi. Odasına henüz bakmasına gerek yoktu, günün sonunda elbet geri dönecekti. Son kez de olsa. Elbet.

Bisikletine atladı ve her zaman gittiği yoldan gitmeye başladı her zaman gittiği yerlere. Etrafına bakıyordu sürekli, öyle ki birkaç kere düşecekti. Etrafına bakma ve onu içinde sindirme isteği o kadar fazlaydı ki dayanamıyordu. Köşedeki şu kafeyi ya da ilerideki iskeleyi hiç fark etmemişti. Şimdi fark ettiği için içi yandı. Şehrin bütün sokaklarından geçtiğine inanırdı, geçmediği sokakların olabileceği düşüncesi içini kavurdu. Ama şimdi zaman yoktu yeni yerler keşfetmeye. Hiçbir şey için zaman kalmamıştı. Ne de olsa yarın ölecekti.

Yarın ölecek bir hasta gibi davranıyor ve o şekilde bakıyordu etrafına. Yalan değildi, bir bakıma ölecekti aslında. Buradaki hayatının son günüydü ve burada yaşayan benliğinin hayatına son verilecekti. Bu ölüm olmuyorsa ne oluyordu? Yalnızca bir uçağa binecek ve indiğinde bambaşka bir şekilde uyanacaktı. Burada geçirdiği yıllar ise ölü bir hatıra olacaktı. Ama hayır, ölmek istemiyordu. Gözlerini kocaman açıp her şeyi içine çekerse belki burada kalmaya devam ederdi. Böylece bunu yaptı. Gözlerini kocaman açtı ve bakılacak her şeye sonuna kadar baktı. Geçip gittiği yerlerin arkasında dağıldığını hissediyordu. Ne de olsa bir daha bakamayacağı için onlara, dağılıp gitmişlerdi göz önünden. Bir daha da bir araya gelmeyeceklerdi. Yanından geçip gittiği insanlara şimdiden bir özlemle bakıyordu. Kendisini buraya her gün gelen yüzlerce turistten biri gibi hissetti ilk defa. Bugün buradaydı belki, ama yarın burada olmayacaktı.

Bisikletini bir kanalın yanında durdurdu ve oturdu. Burada oturması lazımdı çünkü ilk geldiği gün burada oturmuştu ve sonraki günlerde de sık sık kitap okumak için gelmişti bu kanal kenarına. Bir özelliği yoktu buranın, yalnızca ağaçtaki yaprakların kanala vurduğu şekli seviyordu, o kadar. Ellerini üzerine oturduğu taşa yaydı ve tüm gücüyle oraya sarıldı. Nefesleri hızlandı, gözleri karardı. Samimi bir şekilde öleceğini hissediyordu ve o an bıraksaydınız şehirle bütünleşme uğruna tüm hayatını o kanal kenarında oturarak geçirebilirdi.

“Burayı çok mu seviyorsunuz?” İnce bir sesle irkildi. Yanında kendi yaşından en fazla birkaç sene küçük bir kız oturuyordu.

Afallamıştı. “Çok.” Cevabı döküldü dudaklarından. Hemen sonra kendine geldi. Gözlerinin yanında biriken yaşları sildi. “Tüm şehri evim gibi bilirim.”

“Ne kadar güzel! Çok şanslısınız. Ben yeni geldim buraya. Bugün ilk günüm.”

Bu dediğine güldü. “Asıl sen şanslısın. Burada geçireceğin zamanların var. Benim ise buradaki son günüm. Yarın sabah gidiyorum buradan.”

“Geri gelmeyecek misiniz?”

“Zaman gösterecek.” Bunu dedikten sonra bir süredir etrafına bakmadığını fark edip başını kanala doğru geri döndürdü. Yamuk binalar dalga geçercesine eğiliyordu sokağın üzerine. Hayata dahil olmak isteten ateşten tuğlalar konuşuyordu seninle.

“Ben şimdiden çok sevdim burayı. Her yerini gezmek, her bir sokaktan geçmek istiyorum.”

“İşin zor, ama yapılamaz değil. Ben her sokaktan geçtiğimi kendimden emin bir şekilde söyleyebilirdim. Ama şimdi bilmiyorum.” Gözlerini kanaldan ayırmamıştı konuşurken.

“Eğer şehri bu kadar iyi biliyorsanız, sizden beni gezdirmenizi isteyebilir miyim?”

Sonunda gözlerini kanaldan ayırıp kıza baktığında yüzündeki toy heyecanı tanıdı. Gülümsedi. “İlginç olacak gibi. Gel, gezdireyim.” Bisikletini uygun bir yere bağladıktan sonra yürümeye başladılar. Her köşeyle ilgili anlatacak bir şey buluyordu kadın. Her köşesiyle bir bağının ve anlatacak bir hikayesinin olmasına sevindi, birden canlandı. Yürüdükçe açıldı ve durdurulamaz oldu. Yanındaki kızın hayata yeni gelmiş gibi etrafa hayranlıkla bakışında çok tanıdık bir şey görüyordu. Ne de olsa hayattaki ilk günüydü bugün, yeni doğmuş bir bebek gibi meraklı olması en büyük hakkıydı. Onun gibi ilk geldiğinde hayranlık ve hayretle bakmıştı etrafına. Bakışlarını bir taraftan öteki tarafa gezdirip, aç gözlü bir kurt gibi her şeye bakış atma güdüsüyle hızlı hızlı hareket etmiş, gördüğü her sokaktan geçip her taşa basmıştı. Şimdiyse son bir kez geçtiğini, son bir kez baktığını biliyordu buralara. İçi sıkıştıkça durmak zorunda kaldılar. Sonra yollarına devam ettiler.

Yanındaki kızı neredeyse tüm şehir boyunca yürüttü. Geçmeyi en çok sevdiği sokaklardan geçirdi ve bakmayı en çok sevdiği manzaralara baktırdı. Hayranlığını dile getirmekten geri kalmıyordu kız. Ama yanındaki kadın gittikçe içten içe çöküyordu. Şehrin öbür ucuna geldiklerinde topallamaya başlamıştı. Artık zor nefes alıyor, sürekli yürüyüşlerini durdurmak zorunda kalıyordu. Yine de devam ettiler. En güzel parkları gösterdi ona ve onların en güzel köşelerini. Saat kaçta ve hangi havada buralara gelmesi gerektiğini anlattı. Kimlerle tanışacağını nasıl deneyimler edineceğini anlatmaktan da geri kalmadı.

“Burası seni değiştirecek bir şehir.” Dedi zar zor bir parka oturduklarında. “Ama öyle zorla değil, tatlı tatlı, bir sevgilinin öpücüğü gibi içine alır seni ve farkına varmadan aşık olmuşsundur. Sadece kanallardan, ağaçlardan, güzel evlerden bahsetmiyorum. Bir şey var burada, şehrin amansız ruhu. Her şeyiyle bütünleşmiş bir huzur ve sakinlik. Burada herkes için bir şey var.” Belki de yüzlerce kez gözlerini gezdirdiği ağaçlara baktı. “Şehirle bütünleşmiş hissettiğin zamanlar olacaktır ki bu doğrudur. Şehir de seninle birlikte nefes alır bazen. Burada öğrendiğim bir şey varsa o da geç batan güneşin altında yalnızca yüzyıllarca var olmaktan başka bir şey yapmamış binaları izleyerek yalnızca var olmak. Nefes almak. Çevrendeki her şeyle birlikte bir bütün olarak nefes almak ve buna devam etmek.”

“Bu hissi yaşamak için sabırsızlanıyorum.”

“Sabırsız olma, ne dedim sana? Tatlı tatlı içine alacak seni. Ona kendini bırakman lazım yalnızca.” Güneş batıyordu. Ağaçların yaprakları arasından o kadar tatlı bir esintiyle batıyordu ki, kadın ellerini çimenlere yayarak yattı. Yükselip alçalan göğsü, etrafındaki ağaçlarla beraber hareket ediyordu. Çimenler yükseldi, kadının saçlarına karıştı. Gözlerini kapatmamıştı kadın, son ana kadar ağaçlara bakmaya devam etti. Çimenler yükseldi ve kadının vücudunu sarmaladı. “Çok güzel zamanlar yaşayacaksın burada, hem de zamanların en iyisini. Nereden biliyorum diye sorma, yüzündeki heyecanı tanıdım diyelim.” Toprağın içine çekilip gözden kayboldu.

Yanında duran kız, kadının gidişinden hiç etkilenmemiş gibi görünüyordu. Toprağa çekilmeden önce arkasında bıraktığı bisiklet anahtarlarını aldı. Kadınla tanıştığı yere geri döndü. Kanalı, evleri ve ağaçları izledi. Omuz silkip bisiklete atladı ve şehrin içinde gözden kayboldu.