sabah
ilk kuru ışıkla, yüzünde boğuk tebessümün
birkaç ses, damla damla
buğulu camlar, esrik ezan iniltileri
takip edilen tavşanlar ve sen
sen yağmursun, hiç ıslanmıyorsun.
priscilla fısıldıyor dudaklarımız buluşurken
“terk edersin rüyamı sabaha karşı. kokun.. meyveli turta, bir leylak tatlısı”
bu koku bin şarkı yılımı aldı,
kutsal olan her masalın ardındaki binlerce özürde ve şiirde.
her evrende aradım,
ayak bileğimin önünde buldum seni
rus romanlarından kaçmış gibi, aşkı bulmuş gibi
kendini bulmuş..
aşk kadar kırmızı ve kan kadar can bahşeder gibi.
ama terk edeceksin sabaha karşı rüyamı
kör taklidi yapacağım, nefesinden nefesimi tanıyacaksın.
hakikati bulmak için hac edeceğiz sonra, çıldırmış şairlerin titreyen mısralarında.
akşamüstü
durduracağım zamanı, boynundaki ince damarda
“ki ölüm her yerde uyanıktır” sevgilim
sonsuz bir nehir gibi
ait olunan tenler gibi.
evimdeyim,
her evrende öptüm ruhunu, indim dudaklarından zamanın durduğu yere.
murathan mungan okuyorsun
ben karış karış ezberlerken yüzünü
biliyorsun
gölgeler düştüğünde yok olacağız,divided bizim için yazıldı.
gece
seni bedenlerin ve ruhların ötesinde seviyorum.
karışa karışa yeniden doğuyoruz,
boynumdan sunuyorum aşkın şarabını, hiç bitmez gibi.
seni millattan önce tanıyordum
bulan bana ve zihinlerimizi kilitle.
-sana bir şarkı mırıldanıyorum, sana bir şarkı mırıldanıyorum /sessiz/, bazen duyamıyorsun bazen duyamazsın ama içinden eşlik edersin /içinden eşlik ediyorsun/ “so fell the autumn rain” öylece uzanıyoruz tam YİRMİ dakika belki 21 tutup kaldırıyorum ellerinden seni, bir anda ayakkabılar, montlar,çantalar geride toprak usul toprak ayağımıza batmayacak kadar yumuşak, çam iğneleri yok ama sen ne kadar uzun olsan da yetişemiyorsun dur diyorsun dur neredeyiz? gerçekliğe dönmek yok.-
jalan atthirari anni