Anne ben âşık oldum ve ölümü beklerken sana anlatmaya karar verdim, yazarak. Korkma, ben anlatmadan bulamazlar beni. Onlar yerimi bulamadan ben çoktan anlatmayı bitirmiş olurum. Yanıma da fazla kalem aldım. Mavi, kırmızı, siyah, lacivert yazan tükenmez kalemler. Önce yapmam gerekeni yaptım, onu öldürdüm. Bir ormana çektim onu. Beni öldüreceğini sanması bitip emin olduğu anda, jiletimle boğazında enine bir kesik açtım. Çırpınışını izledim zevkle. Kanı hâlâ akıyor. Ormanın nemli, kahverengi toprağını kırmızı kanıyla çamura dönüştürüyor.
‘O kim? Niye öldürdün? Niye öldürecekler seni?’ diyeceksin. Bütün olanları sırasıyla anlatacağım sana. Hem de dürüstlükle anlatacağım.
Yazdıklarım eline ulaşır mı bilmem. Çünkü nerde olduğunu bilmiyorum daha. Ben iki yaşındayken sen yok olmuşsun. Bir hafta sonra da babamı hapse tıkmışlar. Senin için kimi sevgilisiyle kaçtı diyordu kimiyse kaçamadığını babamın her ikinizi de öldürdüğünü söylüyordu. Nasıl saklamışsa artık bulamamışlar cesetlerinizi. Ortada cinayet olduğunu da babamın kanlı gömleklerinden ve baltasından anlamışlar. O meşhur pompalısını kullanmamış. Babamsa hep susmuş. Bazen öfkeliymiş çenesi kapalıyken bazense üzgün.
Hatırladığım bize babaannemle dedemin baktığıydı dört yaşına kadar. Senin nerde olduğunu her sorduğumda attıkları tokatla yüzüm kızarıyordu. Dört yaşımın bitmesine üç ay kala o gece babam eve geldiğinde sevinçle sarılıp senin de onunla geleceğini sandım. Seni onun yanında ya da hemen arkasında göremeyince merakla annem nerde diye sordum. Beni kucağından indirip yere çaldı. Yerde patlayan dudağımın çizdiği kanlı resim vardı. Onun kucağından yere fırlatıldığım o kısacık saniyede evde bulunanların daire çizgisi gibi döndüğünü gördüm. İzlemesi komikti.
O yere çalınma, atılma ya da fırlatılma olduktan sonra seni sormayı bıraktım. Onun yerine seni yeniden yapmaya karar verdim. Hiçbir fotoğrafın yoktu. Dış görünüşün nasıldı bilmiyordum yani. Ben de seni esmer yaptım. Yanakların büyüktü. Mavi gözlüydün. Sesin akşam izlediğim dizilerdeki kadınların sesinin bir karışımıydı. Abimden ve babamdan daha çok beni seviyordun. Her gece ben uykuya dalana kadar yanımda uzanıyor, beni göğsüne yatırıp masal anlatıyordun. İki yastıkla yatardım geceleri. Yastıklarımdan biri senin sesinle konuşurdu. Kâbus gördüğümde yanımdan hiç ayrılmıyordun. Hastalandığımı benden önce fark ediyordun.
Hayallerimde seninleydim anne ama o hayallerde yaşamak bana bedel ödetiyordu. Ateşimin çıktığı bir gece seni sayıklamışım. Babam ‘Havale geçirsin!’ diyip fırlatmış bir kenara. İlginç ama ölmemişim. Ölüp de yanına gelmemişim. (Aslında yaşıyor da olabilirsin önceden dediğim gibi anne bilmiyorum.)
Abim benden iki yaş büyüktü. Evin sevileni oydu. Beni eline geçen her fırsatta döverdi. Evde yapabildiğim tek aktivite televizyona bakmaktı, çünkü abim oyuncaklarımı zorla elimden alırdı. Babaanneme şikâyet ettiğimdeyse bir tokat suratıma konar ‘Abini ispiyonlama’ derdi.
Televizyon izlemekten zevk aldığımı görünce onu da elimden aldı. Kendi izlediklerini açar, izleyeceği yoksa da televizyonu kapatır ve açtırmazdı. ‘Çok elektrik gidiyor.’’derdi.
Ben de fişi çekilmiş televizyonun siyah ekranına bakmaya başlardım. Saatlerce sürerdi o siyahlığı izleyişim. Canavarlar hayal eder ve o canavarları annelere öldürtürdüm siyah ekrana bakarak. Kapalı olan televizyondu, hayal gücüm değil.
Bütün bu can sıkıntıları okula başlayınca değişti. Okulda resim yapmayı keşfettim. O zamana kadar evden biri ‘Bu çocuğa boya kalemi, defter alalım. Resim çizip oyalansın.’ demediği için okulda keşfettim resim çizebildiğimi. Benden önce okula başlayan abimin de defterlerine bakmam, kalemlerine dokunmam bile yasaktı.
Öğretmenim, daha önce hiç kalem tutmama rağmen çizdiğim resimleri görünce ‘Doğuştan yeteneğin var.’ demişti. İyi bari doğuştan beri yanımda olan güzel bir yetenek varmış.
Ortaokula kadar zamanımı ders çalışıp resim çizerek geçirdim. Boya kalemlerim bittiğinde çoğu zaman yenisini almazlardı. Ben de mutfaktaki bulgurları yapıştırıcıyla resim niyetine kâğıda yapıştırıyordum. Her öğrendiklerinde dayak atıyorlardı.
Ortaokula geçtiğimde dayak mevsimi yerini erkeklik dönemine bıraktı. O zamana kadar evin hayaleti olan, bizi görünce suratımıza şaşkınlıkla bakan babam; abim ve benimle ilgilenmeye karar verdi. ‘Erkek olma döneminiz geldi.’ Bize organımızla ilgili sorular sordu. Aldığı yanıtlardan sonra düşündü ‘Tamam, ona daha var. Size erkekliğin diğer yönlerini öğreteyim.’
Ve bizi iki haftada bir ava götürmeye başladı. Götürmediği hafta da kavga etmeye götürüyordu. Bazı günlerse alkolün ve kadınların bol olduğu ortamdaydık.
Midem bulanıyordu anne. Abim ve o, avladıkları kuşu getirmek için beni yolluyorlardı bir köpek gibi. Kuşların parçalanmış hâllerini her gördüğümde içim parçalanıyordu. Yemiyorduk ki biz bu hayvanları, neden avlıyorduk? Bir defa olsun yaralı kuş görmedim anne, emin ol görseydim onu saklamanın bir yolunu bulurdum.
Babam tüfeği elime her verdiğinde boşluğa sıkıyordum. Dayağın, küfrün haddi hesabı yoktu. Tutturamadığım her atış için sırtımda bir kemer izi çıkardı. Yine de bir masuma kıymadım. Dayakları bedenimde yaşatmaya alışkındım zaten, biraz da kuşlar için yerdim babamın nefis dayaklarını.
Yanımdaki leşin boğazından fışkıran kan çekilmeye başladı. Epey vakit geçmiş demek ki. Bizi bulmaları yakındır. Elleriyle koymuş gibi bulacaklar. Çünkü abim beni yakamdan tutarak öldürmek için buraya getirmeden önce nereye gideceğimizi yazdım odamdaki kâğıtların her birinin üzerine. Abim boyunlarını kırarak öldürdüğü kuşları buraya gömerdi. Dayanamadığımı bildiği için de beni izlemeye zorla getirirdi. Birini öldürecek olsa buraya getireceğini biliyordum. Öyle de oldu.
Belki de biran önce neden bu hâle geldiğimizi anlatmalıyım sana. Daha bileklerimi keseceğim, vaktim kalmadı pek. Oysa en başta her şeyi anlatmaya yeteceğini sandım.
Anne; ben ve abim aynı kadına âşık olduk. Daha doğrusu ben âşık oldum o ise sahibi olmak istiyordu. Kadına çıkma teklifini onun resmini çizerek ettiğimde sınıfın ortasında kahkaha atmaya başladı. Bir hafta geçmemişti ki abimle onu el ele gördüm. Belki de çocukluğumdan beri elimde ne varsa alan abim sevdiğimi de elimden almak istemişti.
O akşam eve gittiğimde kavga çıkardım. Abimle değil ama babamla. Ona yıllardır sormadığımı sordum, seni. Sırf kuşları öldürmediğim ve tuttuğu acınası hayat kadınlarına işkence ederek sahip olmaya çalışmadığım için beni erkek olarak görmeyen babamın suratına ‘Karını elinde tutmayı beceremedin.’ dedim. ‘Bana diyorsun ama asıl sen erkek değilsin.’
Cümlem bittiğinde suratıma sobanın küllerini karıştırmak için kullandığımız demir çubukla vurdu. O gece üzerimden aynı çubukla dedem, babam ve abim geçtiler. Yoruldukları zaman babaannem geldi. Onların attığı dayaktan daha fazla acı veren şu sözleri söyledi: ‘Yazık sana. Bizim kanımızdan olmamana rağmen seni besledik. Sen o baba dediğin oğlumdan değilsin ki, ananın birlikte kaçmaya çalıştığı o şerefsizdensin. Senin ondan olmadığını oğlum öğrendiğinde, kaçmaya çalıştı anan onunla. Seni geride bıraktılar. Oğlum peşine düştü onların. Öldürdü mü söylemiyor ama ben anlarım. Benim oğlum namusunu temizledi. Biz de seni besledik, acıdık sana. Bu mu hakkımız?’
Midemden yukarıya bir titreme geldi o an dalga dalga. Tiksinerek halıya kustum. Yediğim dayak ya da babaannemin sözleri değildi benim midemi bulandıran. O zamana kadar melek gibi tasarladığım senin beni terk etmen beni bulandırmıştı. Beni geride bırakacak kadar sevmemen midemi kaldırmıştı.
Siren sesleri gelmeye başladı ormandan. Yazıyı kısa kesmeliyim.
Anne abim sevdiğim kadını öldürdü. Çünkü sevdiğim kadın artık ondan ayrılmak istiyordu. Teneffüste, bahçenin ortasında, evden getirdiği av tüfeğiyle göğsünden vurdu onu. Sevdiğim kadın can verdi. Ben bunları görmedim. O sırada arka bahçede resim çizmekle meşguldüm. Arkadaşları anlattılar bana.
Ve abim, leşinin boğazından fışkıran kanı tükenmiş yanımda yatan ceset, ceza almadan çıktı mahkemeden. Tüfeği boş sanıyormuş. Oyun olsun diye okula götürmüş. Oyun oynadıkları esnada ateş almış. Çok üzgünmüş. Pişmanmış. Babamın devreye girecek birilerine para yedirmesi ve ceza almak istemeyen okul yönetiminin olayı kapatmaya çalışmak için kamera kayıtlarını yok etmesi de onun çıkmasını kolaylaştırdı.
Adalet yerini bulamadı. Sevdiğimin adaletini sağlayacaktım. Anlamadıkları şey anne, benim gerçek bir erkek olduğumdu. Ruh hastası babamın av törenlerinde masum canlılara kıymadığım için erkek değilim sandılar. Erkeklik masum cana kıymayı güç sanmak değildir. Bunu anlamadılar. İstersen yerde leşi duran abime sor, anlatsın.
Parayla tutulan kadınlarla yatmadığım için benim erkek olmadığımı sandılar. Ben sevmek isteyecek ve sevdiğine bağlı kalacak kadar erkektim. Hayatın karşısında merhamet duymayı bilecek kadar erkektim. Yoksa nasıl yaşardım bu psikopatlarla. Ve anne ben duygularımı yaşamasını bilecek kadar erkektim.
Duygularını öldüren ya da duyguları öldürülen her erkek merhameti unutur. Merhameti unutmak insanlıktan çıkmaktır. İnsanlıktan çıkan erkekliği de geride bırakır. Bunu sürekli bir cinnet hâliyle dolaşan abim ve babama anlatabilmeyi isterdim.
Sevdiğimin intikamını alacaktım. Abimi kışkırttım beni öldürmesi için. Buraya getirdi beni. Öldüreceğinden eminken boğazını jiletle yardım. Onun şaşkınlığını ve şaşkınlığının yerini korkuya bırakışını izledim. Adaleti sağladım kendimce. Sevdiğimi öldüreni öldürdüm.
Yazacaklarım bitti. Bileklerimi yardım. Akan kanım eşliğinde çevremdeki sesleri dinliyorum. Telsiz sesleri, köpek havlamaları… Yaklaşmalarını bekliyorum. Babam, abimin beni öldüreceğini okuduğu kâğıtlardan anlarsa polisi aramayacağını biliyordum. O yüzden o kâğıtları abim öldürülüyormuş gibi abimin ağzından yazdım.
Çevremdeki sesler yaklaşırken bileğimdeki sıcaklık yükseliyor. Son cümlemi yazıp kâğıtları yırtma vakti.
Ben âşık oldum.