dünya beni barındır
yalnızlığa bunal(lan)tı saklamayayım
güpegündüz bir in(ni)sana koşmak gelsin içimden
ona çiçekli şiirlerle yazmayayım aşkı
kan kılıç bir savaşla anlatayım.
kalemi ele al’ma’mak da mümkün demeyeyim
çünkü amaç verdi bazı mümkünlüklere inan’ma’mak,
vuku bulana değil bulmayana gönül koyup
nasıl saydıysam toprağı hırsla
kahverengi ve ıslak
boğazımı kazıyan düğümünden kırıp boynumu
gözlerimi ufukla parlatmak da dahil olsun
neyse isyan neyse dua
ve neyse bunların ayrımı
beni böyle barındır

bedenimde hav bırakan örtüleri kaldırmak değil
sadece havalandırmak gibidir bu.
ne başı çekmiş naralar coşkunluğunda
ne bir ölü evinde apaçık dillenen matem
haykırmak kadar sesli konuşamam ben
şiirim nereden doğuyor diye düşünmüştüm geçen
rüzgar esiyor ve köpekler uluyordu
rüzgar kırık boynumun üstündeki çatıya,
köpekler gecenin uyanıklığına.
hep onlar duyuluyordu çünkü onları duyuyordum.
onların zihinde havalandırdıkları örtüler
açığa vurmaya bir neden
örtüleri kaldırmak bilinmezliğim üzerinden
satırlarını avuçlamak içimdeki dehlizin
bu yüzden hayatın ferah ırmağının hikayesi
dönüşemez en söylemek istediğim cümleye
belki muhabbetimin mevzusu bendendir
neticede bu ırmağın suyunu içmedi her kesim
dert edindim
kim için dert edildim

dinginliğime erişen yaşam
yaşama erişen dinginliğimle
seneryoda senaristi uçurumdan atıp
ani keskiyle bitirdiğim hikayedir serüvenim.
çünkü yok satacak kadar yazmayacağım.
yok satacak şekilde.
hikayecisi ölmüş hikayeye üç saniye eklemek
,bu edebi yükseliş,
çekiçle oturtulmakla başlayan taşın yolculuğuna
üç saniyelik ilham şeklinde akacak.
gerçek düşüşün kendisinden olduğunu
saygınlığını bahşeden toplumu
ve saygıyı kaybedenin de o toplum olduğunu.
hatırlayacak dönüşü olmayan saniyelerinde
yığınla yalan üstüne seriler kurduğunu.
sanıyorum senarist düşerken bile
hikayesinin ulaştığını umursar.
sonun ne derece yankılanacağını merak edecek,
kaç gün elim hadisenin konuşulacağını.
belki gazetenin buruk haberiyle kari(a)yeri yükselecek.

böyle alçakça düşünürüm kimi zaman.
fecinin fecisi düş kırığına mahal vermiyor.
öğrendim çoğunlukla okuduğum bataklıktan.
zamanda kaybolmayı isteyecek kadar tevazum da,
tarihe damga isteyecek kadar arzum da yok benim.
yalnız silik bir hatıra olmayayım isterim
yitirişimle anılarını ansızın aklında duysun
kim devrinde rastlaştıklarım.
dumanım sohbette seçilecek kadar çekilsin
göğüslerindeki dolmayan boşluklara.
sakın şöyle iyiydi demesinler
öksürtsün dumanım.
o an barınamamamdan söz açılır
muh’temel’en kadın bedenimden de.
bu nedenle ben
bazı gözlerin dizelerde gezinmesini yanlış bulurum
kimsenin sahibi olamayacağı bedenlerde gezdirdiği
tecavüzcü gözleri de.
karanlık ikliminden kurşunlasın dizelerim
imkansa imkan.
ve bir imkanı hayal ettiğim zaman
bir kabza elimde kıyılıyor, neden
neden emanet duran laflarım divitime doluyor
kuşandığım gerçek bir silah mı
kurşun zehir olur mu böyle bir iğretiye
çare midir bilemem {ve hal böyleyken}
evimin demirlerini oynatan rüzgara karışmakta
sarıp sarmalanmalarda gözüm hiç olmadı,
varsan var ol derdim.
varsan var ol ve var et beni.
fakat anlıyorum kabul görmek hak değil
beni arana almadan barındır.
durmaksızın istemek biliyorum dahil değil
durmak ansızın içindeki yangını paylaşmak
bu yangını estetiğimle dinlendirmek
soluklanmak için değil
yitiriş demek sonu gelmek demek değil zira
bunlar içimdeki çoğulluğun son demleri değil.

biliyorum ben okunurken zaman
durmadan olduğu gibi akar
okuduğumda zamanı durduran şair sevdim aramızdan
fakat aşkla dolduğunda bir yürek
zor olan hazine gibi iniyor şaire
ben içerik diyorum hayatsa talep ediş.
karşımda hep türlü engeli aşmak mecburiyeti.
sadece şikayet değil bu defa
kurgusal bir iç çekiş.
yine de dayatılan dayatılan dayatılan-ları arasında
fark edilmeyecek türde olanları seziyorum
zorluklarıma ihanetim burada benim
bunun’çün mahkemem kurulup yargılanacağım zaman,
kim tarafından olduğuna bakmayacağım.
önce koşullarımı dinleyin derim.
ama dinlenilme zamanını çok gören zindanda
bir ırmağı ancak hayal edebilirim
öyle küçüldüm ki karşında
dinlenip düşünmeliyim.

beni, bana zaman ayırarak barındır.