Kendi problemleri olan ben, bu satırları okuyan kişilere ne hissettirebilir veya ne söyleyebilirim bilmiyorum. Aslında tek bir kelime bile yazmamam gerektiğini düşünüyorum. “Ne yapmalı?” diye soruyor tutunmaya çalışırken Oğuz Atay ve diyor ki; “Başkalarına söyleyecek bir sözüm olabilmesi için önce kendime söz geçirmem gerektiğine inanıyorum. Bana bugün ‘ne yapmalı’ diye soracak olurlarsa, ancak önce kendini düzeltmelisin, diyebilirim.” Şimdi herkes bıraksın elinden kalemi; kendimize söz geçirebiliyor muyuz? Daha önemlisi, insan neden kendine söz geçirmelidir? Ben kendime söz geçiremiyorum; bu yazma konusunda, bir de bazen sigarada. Geçenlerde yine kendime söz geçiremediğim bir vakitte kapalı bir ikindi vakti- şu dizeleri yazdım;

Duvarları aşmanın değil
Onları örmenin asıl mesele olduğunu
Anlatamıyorum insanlara
Ve kendimi
Anlatamıyorum

Sonra bıraktım kalemi birden, odaya biri girdi; kan bağım olan bir kadın. Hayatın seni oyuna sokarken yanına birkaç destek verme şekli bu sanırım. Sana bir anne, baba, bir –belki de birkaç- kardeş… verdiğinde yalnız olmuyormuşsun, güya. Saçmalık. Aslında hepimiz kimsesiziz, zihinlerimizde, en derinlerimizde. Ama bunu kabullenmekte cesaret istiyor tabi. Ben kabullendim, tavsiye edip etmemekte ise kararsızım. Bu yazma konusuna geri dönecek olursak, çoğu zaman yazmamalıyım diye düşünüyorum çünkü bence yazmak eyleminin hakkını veremiyorum, bu benim düşüncem, özeleştirim, katılıp katılmamak size kalmış. Okuduğum bir kitapta diyor ki; ‘’Karman çorman hissedişin tane tane çözüleceğini, yeniden, bu kez mükemmel bir düzen içinde bir araya geleceğini ve hayatın bir anlama kavuşacağını hayal etmek: yazmak.” Yazmak eylemine getirilen herhangi bir tanımdan bir tanesi bu, daha milyonlarcasına milyonlarca kitaptan, milyonlarca internet sitesinden ulaşabilirsiniz, ancak, benim asıl merak ettiğim yazmak eylemini gerçekleştiren yaratıkların -yazarlar bir anlamda yaratıktırlar, bazen onlardan korkarım- bu fiile getirdikleri tanımlardır. “İşi yapan bilir” mottosundan yola çıkarak eline kalem almamış kişilerin bu eylemi anlatabileceklerine, tanımlayabileceklerine karşı olan inancım pek yüksek değil. Üstelik kalem tutanlarında bunu gerçekten iyi yapabileceğinin bir garantisi yok. Mesela bana göre ben iyi bir yazardan çok iyi bir okuyucuyum, en azından şu an için. Yazmak eylemine girişmeme neden olan şey de; iyi bir okuyucu olmayı artık bir kenara bırakıp, içine binlerce kelime biriktirdiğim heybemi sırtlanıp duvarın karşı tarafına geçmek istememdendir. Yazmak eylemi üretmek, okumak ise tüketmektir. Ben artık üretmek istediğim için yazıyorum, yazmaya çalışıyorum. Bazen her yazar ve adayının da kendi kendine sorduğu gibi bende kendime soruyorum: Neden yazıyorsun? Yazarak zihnimdeki zehri akıtmak, iyi geliyor ruhuma. Ama bu kadar basit değil. Asıl nedeni; ben bir insan olarak diğer insanlara söyleyebileceğim, onlara anlatabileceğim ve bir umut hissettirebileceğim şeyler olduğuna inandığım için yazıyorum. Ve son olarak iz bırakmak için. Herkes iz bırakmak ister. Benim de iz bırakma şeklim bu sanırım, bir kâğıt ve bir kalemle; kime, neye, ne için olduğu bilinmez. Yaratmak, hikayeler doğurmak; zehre karşı panzehir. Yine okuduğum bir kitapta şöyle anlatıyor bu durumu; “Siz de bilirsiniz, anlatmaya değer şeyleriniz olduğunu, bir gün bunları anlatacağınızı, yazacağınızı düşünmek ne güzeldir ve bu düşünce bir kez yer etti mi nasıl da perişan eder insanı! Şu dünyadaki en yüksek mertebe olan okurluk mertebesi size yetmemeye başlar. İnsan olmak size yetmemeye  başlar. Dünya olmak istersiniz.”