Müziklerinizde hep bir melankoli ve karanlık seziliyor ama bununla birlikte umutlu bir yaklaşım da seyrediyoruz. Müzik serüveniniz boyunca, sizin üretkenliğinizi neler besledi, sanatınız ve iç dünyanız nasıl süreçlerden geçti?
H: Aşırı zorlayıcı etkiler ve düşman dış koşullar, ilham ve sezgiler, kriz ve dönüşümler, sualtı, felsefe, ait hissedememek, savaşma gücü, tutku ve merak üretimimi besleyen genel unsurlar oldu. Yaşam benim için hep tehlikeliydi ve ben hep kendimi sudan çıkmış bir balık gibi hissettim. Yeraltı ve karanlıklar benim dünyamdı. Ve ben zaten sürekli bir yanma halindeyim.
Türkiyedeki alternatif alt kültürlerin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
H: Türkiye pek çok konuda çok zengin fakat potansiyelini henüz gerçekleştirmekten uzak bir ülke olduğundan, bu konuda da muazzam bir potansiyele sahip olduğunu ve alternatif alt kültürlerin geleceğinin olumlu yönde olduğunu düşünüyoruz.
Geçmişte yaptığınız müziklerin de örneği yok aslında 90larda ülkemizde. Şu anki de oldukça farklı. Bu işe başlarken esin kaynaklarınız nelerdi?
H: Tek kelime ile ifade edersem kişisellik. O nedenle benim üretimim bilgiye dayalı taklitten uzak oldu her zaman. Bilgi esarettir, sezgi ise cesaret. Benim ne anlattığımı anlamak zorunda değilsin ama hissedebilirsin ve anla beraber
sürüklenebilirsin. Belki de gizemli ırmaktaki o kayıkçıyım ben, seni karşı kıyıya geçirecek…Çünkü yaşam tehlikeli, peşinde düşmanlar var ve sen çaresizce bekleyen bir peri kızısın.
Kliplerinizde, sahne görsellerinizde, kostümlerinizde büyük bir emek, özgünlük ve vahşilik görüyoruz. Tüm bu karmaşa bize geçerken siz ne hissediyorsunuz, aklınızda neler dönüyor?
H: Tarım toplumu öncesi dönem insan doğayla iç içe yaşıyor. Avcı-toplayıcı, kültler daha basit ve gerçekçi. Tarım toplumu ve sonrası kültler giderek karmaşık hale geliyor. Kurtuluş vaadiyle tam esaret geliyor. Doğa inkar ve imha ediliyor. Nadir ruhlar bunun farkındalar ve tepki gösteriyorlar. Daha iyi bir yaşam arzu ediyorlar. Umut azaldıkça isyankarlık artıyor. Bu bazen şiddetli ve yanıcı, bazen de soğuk ve alaycı olabiliyor. Ve biz temelde bu farkındalık aşamalarındaki yolculuğumuzu yansıtıyoruz.
Sanatçıların çoğu yazarken veya müzik yaparken, resmederken bir şeyler anlatmaya çalışıyor alıcıya. Sizi dinlediğim ilk zamanlar da bunu sorgulamıştım. Sonra bir söyleşinizde şöyle okudum: “Müzik piyasasının beni anlaması umrumda bile değil,”. Ne mesajı vermek istiyorsunuz, veya tamamen yanılıyorum belki de hiçbir sey anlatmak istemiyorsunuz..
H: Bahsettiğin yıl olarak baya eski bir röportaj olsa da söylemim halen geçerli. Çok basit aslında; her şeyin bir piyasası ve her piyasanın da belirlediği bazı ortak kurallar ve değerler var. Ben öncelikle kendimi ifade etmek için bu yolu seçtiğimden çoklukla güncel piyasada bir sapma unsuru olarak var oldum. Ve bunu en baştan beri bildiğimden dolayı da adımı Art Diktator koydum. Her zaman genel geçer piyasa kurallarından bağımsız bir şekilde ilerleme yolunu tercih ettim. Piyasa ile benim değerlerim, sunduklarım bir yerde kesişirse ne ala, ancak kesişmez ya da uyumsuz olsa dahi kendi hissettiğim ve inandığım şekliyle devam ederim yola. Gerçek sanat için yapılması gereken de budur. Sanatçıların pek azı yaşadıkları ve aktif ürettikleri dönemde piyasa talebi ile uyumlu olabilmektedirler. Çoğu zaman ya o işten çok uzun zaman sonra, ya öldükten sonra, ya da çok az insanın ait olduğu bir grup tarafından eserlerinin dikkate alındığını görürüz. Piyasa ama kısa ama uzun zaman olmak suretiyle çoğunlukla geriden gelir. Genel geçer piyasa tarafından hiç dikkate alınmayan, hiç satılmayan bir eserin yıllar sonra çok sayıda insan tarafından başyapıt olarak anılmasının sebebi de budur. İşte o noktada geç de olsa o eseri nihai olarak benimsemiş ve takdir etmiş bir piyasa oluşmuştur. Sen güncel işinle sürekli olarak piyasa tarafından takdir bekleyerek üretirsen sanatçı olma vasfın belki yok olmaz ama kesinlikle azalır. Daha çok seri üreten bir esnafa ya da düzenli çalışan bir memura benzersin. Tüm bunlar bazen bir tercihtir, bazen eşzamanlılıklar yolu ile bir kaderdir. Neyse sonuç olarak hem ben hem Adviye bu şekilde düşünüyoruz.
Son olarak fanzin de edebiyattaki tüm ticari amaçlara ve alışılagelmiş tüm akımlara alternatif bir alt kültür. Fanzincilik de sizin müziğiniz gibi bir yerde ülkemizde. Bu konuda bilginiz var mı, okurlara ve yazarlara ne söylemek istersiniz?
H: Evet, zaman zaman benim de içeriğine katkıda bulunduğum fanzinler olmuştu. Aslında geçmişte zaten kendim de bir yanımla fanzin içerik üreticisi gibi davranıyordum müzik alanında. Kendi üretimlerimi ticari olmayan, sınırlı sayıda kopyalar şeklinde çoğaltıp dağıtıyordum. Ve tabi ki bu içerik sadece belli sayıda insana hitap ediyordu… Şu an Art Diktator grubunda ise tam orta yerde duruyoruz sanki. Ne tam anlamıyla fanzinci, ne de ticariyiz. Ama genel olarak bakarsak halen fanzine daha yakın durduğumuzu söylemek mümkün. Fanzin üretimi kişisel şevkle ve tutkuyla çok alakalı. Bize internetin ve pek çok olanağın olmadığı ama içinde bulunmaktan hoşlandığın bir sosyal gruba ait hissetmenin son derece önemli olduğu kendi gençliğimizi çağrıştırıyor. Başkaldırı ve özgürlüğü de…Fanzin içerik üreticilerine ve okuyucularına içlerindeki amatör ruhu hiç kaybetmemeleri dileğiyle sevgiler ve selamlar.