Merhabalar, 2020 yılındaki tüm sayılarımızda protest rap icracılarıyla söyleşiler gerçekleştirmek hedefimize teklifimizi kabul etmeniz sayesinde bir adım daha yaklaşmış olduk. Teşekkür ederiz bunun için. Biz ekip olarak sizi tanıyor, dinliyor ve yaptığınız işi değerli buluyoruz. Bilmeyenler veya tanımayanlar için, Boykot kimdir, nedir?

Öncelikle biz teşekkür ederiz. Umarız yıl sonunda hedefinize ulaşmış olursunuz. Boykot, 2008 yılında İzmir Karşıyaka’da birkaç liseli genç tarafından kurulmuş bir rap grubu. Aslında 2006’da kuruldu ama Boykot adıyla, sadece müzik boyutuyla da değil, graffiti alanında da çalışmalar yapan bir grup olarak çalışmaya başlaması 2008’dir. Klasik, bir mikrofon bir ses kartından oluşan ‘home studio’ ile birçok şarkı yaptık. Başlarda ‘crew’dik. Herkes kendi mahlasını kullanıyordu, crew olarak bir aradaydık. Şarkılarda, duvarlarda herkes kendi imzasıyla iş yapıyordu. Zamanla diğer arkadaşlarımız bu işlerden uzaklaştılar ve geriye iki kişi kaldık. Başından beri politik mesajlar içeren şarkılar yaptık ama profesyonel bir uğraş olarak değerlendirmiyorduk. Şarkıların hepsi ‘demo’ diye tabir edilen ham kayıtlardı yani. Sadece kendimiz dinleyip arkadaşlarımıza dinletiyorduk. Bir çevre oluşturalım, fanlarımız olsun, ünlü olalım falan, hiç o açıdan bakmadık olaya. İşin o boyutunu yıllar sonra bilincimize çıkarttık. 2012’de Argo İzmir bünyesinde müzik yapmaya başladık. 3-4 tekli şarkı ve 2014’te Geri Dönmek Yok adlı bir albüm çıkarttık. Sonrasında bir süre boşluk. Tek tük işler, birkaç düet ve toplu parça dışında pek bir şey yapmadık. 2019’dan itibaren yeniden düzenli olarak üretmeye başladık.

Son zamanlarda rap müzik, anaakımda epey boy gösterir oldu ve gerçek anlamda bir ‘’meslek’’ haline dönüştüğünü söyleyenler bile var. Sonuç olarak para kazanılabilen bir şey haline geldi ve bunun olumsuz yanlarından biri de endüstri karşıtı tutuma daha az rastlanılabiliyor olması bizce. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz, sizce endüstri karşıtlığı gerekli veya sürdürülebilir bir tavır mu bugünkü koşullarda?

Bu konuda iki nokta var önemli olan. Birincisi endüstri karşıtlığını ne olarak değerlendirdiğimizle alakalı. Bandrollü albüm yapmak mı? Bir plak şirketiyle ya da prodüksiyon şirketiyle çalışmak mı? Yoksa üretilen işlerin içeriğinin endürstri karşıtı ögeler barındırması mı? Tamamen kendi imkanlarımızla üretim yapsak da, sırf dijital platformları kullanıyor olmak bile başlı başına endüstriye dahil olmak aslında. Bu anlamda biz işlerin içeriğine ve işi yapanın samimiyetine önem veriyoruz. Meslek haline dönüşmesine de bir itirazımız yok. Çünkü herhangi bir sigortalı işte çalışmak kadar zaman ve daha da fazla efor harcanıyor bu işe. İster istemez para da harcanıyor. Yani rap yaparak para kazanılıyor olması kötü bir şey değil aslında. Para kazanmak amacıyla yapmakla, yapılan işten para kazanmak aynı şey değil. Asıl ayrım bizce ne amaçla bu işin yapıldığı. Para kazanmaya odaklı olarak yapıldığında, sistemin ve toplumun geri yönlerini eleştirip bunları göze batırmaktan çok o yönlerden faydalanarak çürümüşlükten nemalanılıyor. Ama samimi bir şekilde topluma onu ilerletecek mesajlar verildiğinde, toplumu çürüten, ilerlemesini engelleyen sistemin maskesi düşürüldüğünde bu yapılanın para kazandırıp kazandırmaması bir şeyi değiştirmez. İkinci nokta da şu, biz bunlardan kendimizi tamamen soyutlamış olsak bile bu gidişatın önüne geçemeyiz. Her gün bir yenisi kurulan şirketleri, kâr amacıyla rap müziğe yatırım yapan zenginleri engelleyemeyiz. Üstelik kendimizi sırf ‘endüstri’ olduğu için soyutladığımız platformlarda da bulunmayarak meydanı tamamen onlara bırakmış oluruz. Bu da amacımıza gölge düşürür. Toparlarsak, endüstri karşıtlığı gerekli ve sürdürülebilir bir tavırdır. Ama bu konudaki tutumumuzun ‘kapitalizme karşıyız diyorsunuz hem de Adidas, Nike giyiyorsunuz’ seviyesine inmemesi gerektiğini düşünüyoruz.

İcra ettiğiniz müziği dinleyen kitle de düşünceleri aşağı yukarı sizinle aynı noktada kesişen insanlar. siz söylediklerinizin yerine ulaşması için daha duyulabilir olmaya nasıl bakıyorsunuz? Bu duyulabilirliğin günümüz ‘‘piyasasındaki’’ temellerine bakacak olursak geniş bir kitleye seslenmenin sizce ne gibi artı ve eksileri var?

Müzik yapan birinin, ‘benim yaptığım işi az kişi dinlesin’ diye düşünmesi, eğer hobi olarak yapmıyorsa, pek mantıklı değil. Pazarlamada ‘niş pazar’ diye bir şey vardır. Çok dar bir tüketici grubunun ihtiyaçlarına yönelik ürünler pazarlanır. Diyaliz makineleri mesela. Müzik böyle bir şey değil. Özellikle bizim tarzımızda müzik yapan insanlar, müziğinin olabildiğince fazla kişiye ulaşması gerektiğini düşünmeli. Çünkü bizim gibi düşünen kaç kişi bulunduğuna dair elimizde bir veri yok. O yüzden anca mümkün olduğu kadar fazla insana ulaşırsak, o kalabalıktan kendimiz gibi düşünen insanları yakalamayı başarabiliriz. Ulaştığımız herkesin beğenmesini beklemiyoruz elbette. Zaten böyle bir beklentimiz olursa işin niteliğini değiştirmek zorunda kalırız. Önceliğimiz tabii ki de bizim gibi düşünen ya da bizim gibi düşünmek için birçok haklı gerekçesi olan insanlara ulaşmak. O insanların şarkılarımız aracılığıyla duygularını ifade edebilmelerini, öfkelerini, üzüntülerini ya da isyanlarını dışa vurabilecekleri müziği yapabilmek. Sonrasında da belki birkaç kişinin düşüncelerini, davranışlarını etkileyebilmek. Birilerinin anlattığımız şeyler dolayısıyla bir şeylerin farkına varmasını sağlayabilmek. Bizim açımızdan artısı budur. Diğer taraftan da, son dönemde hızla rap kitlesi artıyor. Ama müzik algısı çok berbat. O kitleyi etkileyebilmek için popüler olan ‘biçime’ yönelmek gerekiyor. Eğlence odaklı, ne anlatıldığı hiç önemli olmayan, insanların kendilerinden geçip zıplayabilecekleri şarkılar yapmak gerekiyor. Bir de, piyasada geniş kitleye seslenmek için insanlara onlardan biri değilmiş gibi davranmanız gerekiyor. Biz kendini pazarlamak diyoruz buna. Sanki bir ‘sanatçı’ olarak halktan biri değilmiş gibi yüksek tavırlar takınılmasını seviyor insanlar. Zaman zaman ‘onların seviyesine’ inmek, ama özünde sanatçı kibrini korumak gerekiyor. Bunu biz beceremiyoruz. Ya da sevmiyoruz diyelim. O yüzden de pek atak değiliz bu konuda.

Sistemin üretenden, yurttaştan yana hale geldiği olası bir değişiklik, müziğe nasıl yansır? Tüketim odaklı müzikler sizce ortadan kalkar mı? Ya da bu tip bir değişikliği talep eden müzisyenler artık ne tarz müzikler yapmaya başlarlar? Genişletelim, sanat, belirli sıkıntılardan besleniyor diyenler var, bu sıkıntıların kayda değer bir kısmının ortadan kalktığı tabloda sanatın niteliği nasıl olur sizce?

Bizim için sanat gerçeklikten beslenir, sıkıntılardan değil. Bugünün gerçekliği sıkıntılarla dolu bir dünya olduğu için bundan besleniyoruz. Yarın bir gün, sıkıntılar ortadan kalkarsa, her şey güllük gülistanlık olursa, o zaman güzelliklerden besleniriz. Onları anlatırız. Kaldı ki ciddi bir toplumsal dönüşüm içinde büyük sancıları da barındırır. Bu dönüşümün tamamlanması asırlar alabilir. İç çelişkiler doğurabilir. Karşı çıkanlar, kendi sınıfsal çıkarları adına toplumu geriye götürmek isteyenler mutlaka olur. Sanatın besleneceği düzeyde sıkıntılar aslında hep var olur yani. Dönemin gerçekliği neyse, amacı toplumu uyuşturmak değil de onu beslemek olan sanatçılar ondan beslenecektir. Tüketim odaklı sanat da rotasını rüzgar ne tarafa doğru esiyorsa oraya kırar kesin. Ama öyle bir zaman geldiğinde, o zamanın bilinçli insanları artık o zokayı yutmazlar. O yüzden birçoğu silinip gider, kalanlar da gerçek hayata, yani aramıza dönerler.

Politik olarak değerlendirilebilecek bir müzik yapıyorsunuz. Sanat alanında politik niteliklere sahip işler ortaya koyan insanlar bazen birbiriyle çelişen işler yapar, bunu da politik düşüncelerinin niteliğinin değişmesiyle/genişlemesiyle veya ekseninin kaymasıyla açıklarlar. Bu durumu kendiniz için bir risk olarak görüyor musunuz?

Bugüne kadar kendi şarkılarımızda böyle bir durumla karşılaşmadık. Bundan sonra da böyle bir risk bizim açımızdan pek yok. Bu durum söylenilen şeyin altında yatan anlamın pek ince değerlendirilmemesinden kaynaklanıyor muhtemelen. Sırf kafiyesi uydu diye, ya da anlık bir heyecanla, ya da toplumun o anda yoğun bir şekilde tartıştığı konularda şarkılar yaparak popülerlik kazanmak adına büyük politik laflar edildiğinde, daha sonraki şarkılarda bu söylemle çelişmek çok mümkün. Bizim için, eğer önceden söylediğimiz şeylerin aksini söyleyecek duruma gelirsek, bunu farkettiğimiz anda zaten müziği bırakmamız ya da başka isimlerle başka şekilde devam etmemiz gerekir. Boykot olarak değil. Ama yaptığımız müzik için asıl risk şu, politik şeylerden bahsetmek ister istemez belli bir ideolojik birikim gerektiriyor. Böyle bir birikim olmadan yapılırsa zaten çelişkili söylemlerde bulunmamak imkansız. Artı olarak bu birikimi geliştirmek, bilinenleri tazelemek, öğrenmeyi aralıksız sürdürmek, bilinci sürekli dinç tutmak gibi bir mecburiyet var. Sırf bir şeylere karşı olmak adına protest müzik yapılmaz. Gerçekten neye karşı olduğumuzu ve buna karşılık neyi savunduğumuzu bilmek zorundayız.

‘’Kan Parkada Kaldı’’ şarkınızda birkaç yerde intikam vurgusu var. Genelde İslamcı/Milliyetçi kanat, olası kendilerinin dahil olmadığı bir iktidar değişikliğinde kendilerinden intikam alınacağı ve zulme uğrayacaklarını iddia ediyorlar bildiğiniz gibi. Sizin için bir iktidar değişikliği yalnızca geçmişte zulme uğrayanların intikamından mı ibaret olacak yoksa daha geniş bir şey mi?

Aslında o şarkıda vurgulanmak istenen intikam değil ezilenlerin öfkelerinin bir patlama noktasıydı. Yani baskıyla bu sömürünün bir noktadan sonra devam edemeyeceğiydi. İntikam daha yüzeysel kalıyor bu açıdan. Örneğin bir başka şarkıda da, Hep Yek’te, “Merhamet yok ne gafile ne akıldan noksana. İntikam değil aslen hiç kinimiz yok sana” diye bir söz var. İntikamdan daha kapsayıcı bir duyguyla söylenmiş şeyler bunlar. Tabii zulüm gören her insan intikam hırsını içinde barındırır ama kimse sırf intikam almak için de iktidarı ele geçirmek istemez. Şimdikinden daha yaşanılır, daha insancıl bir düzen hedefinin önüne geçemez intikam hırsı. Ayrıca, intikam alınacağından korkan varsa zulmettiğini de kabulleniyor demektir. Aslında bir anlamda bu korkuya dikkat çekme amacı taşıyor Kan Parkada Kaldı şarkısı. Biz intikam hırsını insanlığın zincirlerinden kurtulması ufkunun önüne asla geçiremeyiz. Zulmedenler, sömürücüler korkmaya devam edebilirler yine de.

Argo İzmir, sizin de parçası olduğunuz bir oluşum. Dahil olan isimlerin ortaklaştığı bir nokta var. Bu nokta bizce değerli ve günümüz sanat dünyasında daha sık görmeyi arzu ettiğimiz bir nokta. Müzikte ve başka sanat alanlarında bu noktadan hareketle eserler çıkaran veya ortaya koyduğu eserler bu noktada değerlendirilebilecek olan kişi veya oluşumlar kimler sizce?

Protest rap yapan birçok arkadaş ya da oluşum halinde ortak işler yapanlar var tabii. Ama Argo İzmir’i sadece müzik yapan ve protest duruşu olan insanlar topluluğu gibi nitelemek çok da doğru değil. Aslında Argo İzmir müziğin de protestliğin de ötesinde bir oluşum. Ya da şöyle diyebiliriz, müziğe de protestliğe de farklı bakış açısı kazandırma niteliği olan bir oluşum. Birlikte müzik yapmadan da koruyabildiğimiz bir birliktelik var. İnsani boyutu var, ki en büyük paydası da budur. Bu noktadan bakarsak, başka kişi veya oluşum olduğunu, en azından biz bilmiyoruz. Özellikle günümüzde ticari ortaklıklar şeklinde ilerliyor bu iş.

Genel olarak ‘’fanzin’’ kavramı size neyi ifade ediyor ve Türkiye’de çıkan fanzinler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bizim çok saygı duyduğumuz bir iş. Genel olarak ‘Do it yourself’ felsefesini her zaman benimsemişizdir. Fanzin de bunun bir ifadesi. Tekellere bulaşmadan, kolektif çalışmayla üretilip dağıtılması hem çok zor, hem de çok zevkli bir süreç. Sahip çıkılıp sürdürülmesi gereken ama çok da popülerleşip boku çıkmaması gereken bir kültür olduğunu düşünüyoruz. Amacı gereği fazla yeraltı kaldığı için birçok fanzine ulaşmak hatta haberdar olmak bile mümkün olmuyor. Ama dijital dünya sağolsun biz de elimizden geldiği kadar takip etmeye, dayanışmaya çalışıyoruz.

Son olarak, eklemek istediğiniz şeyler var mı?

Emeği geçen herkese çok teşekkür ederiz. Dayanışmayı büyütmek, çemberi genişletmek için hepimize kolay gelsin. Yeniden görüşmek dileğiyle.