Yansımalar Üzerine Düş

Bir Anda Kendimi

Anlık olarak bilmediğim bir yerdeyim. “Neresi lan burası?” diyorum kendi kendime. İlgimi çekmiyor değil, bilmiyorum ama sanki bilinmezliğin tanımı gibi, hayat bir anda bana bu problemi sorduttu ve kendimi bir anda burada buldum, bilmediğim bir dil, tanımadığım insanlar, hiç gitmediğim yerler, insanların bana bakışı, benim onlara bakışım, güzel hatunlar var ama buralarda, açıkçası biraz çekiniyorum yanlarına gitmeye. Ne olur belki de biraz takılırız ya da yemek falan ısmarlarlar. Işınlanmıştım, elimde değildi varolmak burada, açtım ve açken gergin olurum, gerginliğimi yansıtmamak için kendimi bastırıyordum ama bir anda gelen açlık hissi beni çileden çıkartıp birilerini marizlemeye yöneltiyordu. “YEMEK İSTİYORDUM” çok açtım, bilemediğim bir dilde açlığımı nasıl nitelendirirdim? Buldum. Bir yemek dükkanına gittim, et koktuğu belliydi ama hiç görmemiştim bu eti, karnımı ovuşturdum ve ağızımı açtım -düşününce garip geliyor ama açlık insana sıçtığı boku bile yedirtir- baktı bana adam ve küçük tabakta acıyan gözlerle et verdi, yedim, o da ne, bir anda doymuştum, neden mi? ÇÜNKÜ YEDİĞİM ET HAYATIMDA YEDİĞİM EN BOKTAN ETTİ, kafamı

yukarı kaldırdım, zor tuttum kusmamak için, ve gördüğüm şey, hayvan derisi resmiydi ama neydi bu, ölü bir şekilde ve etrafında sinekler varken resmedilmiş bir deri, pişen tezgaha baktım, etrafında aynı şekilde bir deri, bekletilmiş bir hayvan derisine benziyordu, kusmamak için çıktım, garip yer ve nefret edilesi şekilde kötü tat, aç kaldım biraz, dur bir dakika o da ne ? Golden State’ye benzer bir köprü var burada, yoksa Amerika’da mıydım, keşke. Burada ne yapacağımı bilmiyordum sadece görünen o ki yanımda cüzdanım ve üstümdeki kıyafetler vardı, param zaten yoktu, belki bir işe girip para kazanmalıydım, diğer insanlar öyle yapıp “ne yapalım hayat bu” derler, öyle olmaları diyorum acaba gerçekten hayatın anlamı mı ?

Yaşamımın çoğu hizmet sektöründe geçti, kötü müşteriler, bahşiş bırakan müşteriler, sohbetli müşteriler, güzel kadınlı iş adamları, kıskandıran hayatlar, izlerseniz acı çekersiniz o yüzden kendinizi köle gibi hissetmeniz gerekir yoksa bu zinciri bozan kişi olan olursunuz ve bu hiç iyi olmaz çünkü sistemin dışına çıkan ahlaksız ve sapkındır!

Sorgularsanız vay halinize, giren girmiştir artık, dönüş yoktur, içinize farklı, dışınıza farklı davranışlarınız birbiriyle çelişir, öteki gelir sizi çeler, o anki durumunuz gelir ve size durumun farkına varmanız için güzel hatunları gösterir, he bir de patronu.

 

 

2

Girdim, girişimle çıkışım bir olmayacak derece yoğundu, yaptığım masalardaki boşları almak, ama yine aynı tuzağa düştüm, baktım, gülüşüyorlardı insanlar, o gülüşleri bir anda söndürüp ıstıraba dönüştürmek istiyordu içim, kötü birisiydim sanırım, hayat, tanrı, ahura mazda beni böyle cezalandırıyordu sanırım ki bir anda birisi omuz attı -ne bakıyorsun lan öyle işine baksana- dedi -özür dilerim efendim- dedim, dillerini öğrenmiştim sanırım, bir anda oldu, zor durumda kalınca insanlar çoğu şeyi yapar derlerdi, inanmazdım, inandım.

Çıkışa doğruydu, 4’lü masa vardı, kapatmamız gerekiyordu, günümüzün çoğu burada geçiyordu, düşünsenize başkaları gününü gün etsin diye siz gününüzden çok az ücretlere feda

 

ediyorsunuz, işte bir cinayet sebebi daha. 4’lü masa 2 kız iki erkek “iki harf ile çünkü kendileri sadece harflerin birleşimi gibi bir saçmalığın daniskası” limonata kokteylini yere düşürdü, gülüyordu, sarhoştu ve yanında güzel hatun vardı, baktım, özür dileyip temizledim, neden özür diliyordum ki, neden bir anda bu reflekse kapılıyordum neden? Nedenlerin içerisinde tıkışmış duruyorum, beynim uyuşmuş gibi bu olaylar tekrarlanırken bir anda yaşayınca aynı olayları bir anda ve bir anda önceki aynı yaşanmışlığımdaki tepkime kızıyorum, çünkü anlıyor musun, yaşam buysa, ne anlamı var yaşamanın?

Kaybolan eşyalarıma, getiremediğim eşyalarıma ve yine olmayan eşyalarıma üzülüyordum, yerleşik hayata bağlı kalmayı bir türlü beceremedim, hep bir aksilik çıkıp sanki evren tüm planını bana uygularmışçasına çeşitli kumarlarını atıyor gibiydi, zekiydi evren çünkü beni hep alt ediyordu, lanet olsun. Bazen umursamıyorum tabi böyle olayları -böyle geldik böyle gidiyoruz- moduna giriyordum, oluyordu bir şeyler ama beni tetikleyen öteki gelip beni tekrardan taciz ediyordu, sapkın şey, nasıl bu kadar sapkın olmayı becerebiliyordu ki, bilmediğim bir yerde bile, bilmediğim, bilinmezliğin ortasında bile beni bilindik bir bilinmez acıya sokuyordu, paradoksu seviyordu öteki, acı çektirmeyi de ama bir dokunup bir çekiyordu, buz gibi, buz da öyledir mesela ya da yazın soğuk su alınmıştır, bele doğrultulur ve çekilir ama alışmak istersin, neyse soğuk duş gibi işte.

3

Düşüncelerim bazen burada konudan uzaklaştırıp bir anda daldığım konu haline geliyor ve hayattan kopartabilecek kadar ne kadar uzun gibi gelse de kısa aralıklara bırakıyor. Hatta bu bölümün çoğunu bazen hobiler kapsıyor, mesela bir müzik aleti çalmayı çok isterdim hatta birden fazla, keman gibi bir alete “offf” derim ben, aşırı naif bir alet ve ses tınıları tam bir entelektüelite katıyor bana, piyano… görüp görebileceğim en baba alet, bütün enstrümanların annesi veya babası gibi duruyor orada, kallavi duruyor, sevesim geliyor onu ama bir yandan da çıldırırcasına çalmak geliyor, hatta hatta bir de ustaca çalıp insanları şaşırtmak istiyorum, bir orkestra şefi olup alkışlanıp ve övülmek istiyorum, etkileyici gelmek istiyorum, çünkü orkestra şefleri havalıdır.

Bazı anlarımız vardır, uyandığımızda sadece yatakta debelenip durur gelir içimizden, debelenip dururuz, telefonumuz varsa ona bakar sosyal medyada saatlerce kaydırıp moralimizi bozarız, kendimizi sadece uyuşuk bir marihuana gibi hissederiz, farklı ülkedeki hayatlar, arkadaşlarıyla vakit geçiren insanların bağrışmaları, toplanılan gösteriler, konserler, eğlenceler, sevgililer, takılanlar, oraya buraya takılanlar, zenginler, geceye kadar bakıp sonra bir anda bir şeyler yapanız gelir, geç olmuştur uyumak gerekir. Uyanırız ve yine aynı şeyler olur, işte hayatın kısır döngüsü bu, biz bundan ibaretiz.

Meydey meydey kahramanımız anlık olarak kalp krizi geçiriyor

Bir anda kalp krizi geçirsek, yoldan yürüyünce araba çarpsa, ayağımız bir yere takılsa, bir anda ölsek, her an ölebiliriz ve bu fikir insanlara sunulunca garip geliyor bakışları bana, hep düşünmüyorlarmış gibi, belki de ben çok düşünüyorumdur, bazı şeyler hakkında çok düşünürüm, ölüm de bunlardan birisi, daktilo sesi gibi bağımlılık yapıyor sanırım, daktiloyu severim, şuan bir bilgisayarda yazmak yerine daktiloda yazmak isterdim, hayatının sonunun geldiği dakikaları yetişririr gibi bir ses, TAK TAK TAK.

 

4

Sözler önemlidir, önemini yitirmeyecek bir şey arıyorsak o da söz ve güven olmalıdır. Bir insana

verilebilecek en büyük şey söz ve güvendir, bu kelimeler birbirleri ile iç içedir.

YAŞAM

Özümsenmesi gereken konular varken biz bazı konularda özünmenin ne olduğunu bilmeden özümsüyoruz ve bu özümsemelerimiz bizi özümsenmeyecek kıvama getiriyor.

Açlık gibi bazı durumların anlaşılması gerekir çünkü bu duruma gelince anlaşılmayacak hareketler yaparız, insan açken çıldırır, sanki hiç uzun zamandır sevişmemiş gibi bi oraya bir buraya saldırır, çılgına döner, kafayı yer, kendini yer, “açlık en iyi baharattır” der ünlü bir yazar.

5

Bu ihtimalleri düşünmem 5 dakikamı aldı sanırım belki de daha kısa, şimdi bilinmedik bir yerdeki yaşantıma geri döneyim de ne kadar unutkan olduğumun farkına varayım.

Azar işittim, çok dalmışım, siparişler gecikmiş, mobbing bu dünyadaki en sinir bozucu şeylerden birisi olabilir, karşındaki kişiyi öldürmek isteyebileceğin durumlar olur, bu da öyledir. Bazen salak veya aptal olduğumu düşünüyorum, insanların yaptığı işlerin yani kolaylıkla yaptığı işlerin çoğunu ben zoraki ve sanki o kadar çok zor bir işmiş gibi yapıyorum, bu ilginçlik bana bazen gerçekten salak olduğumu düşündürtüyor.

Karmaşık duygularım olduğu kadar tipim de karmaşık, yüzümden sanki köseymişim gibi görünüp vücudumda yüzümle alakasız bir kıl orantısını gördükten sonra aşırı derecede şaşkınlık olmasa da bir garipseme durumu oluşuyor, ne kadar alışsam da bu kendime yönelik bakışımda da geçerli.

Sözde çalışırken artık işimiz bitti, ben sorgulamalı yollarıma çıkıp metroda herkese tip tip bakıyordum, geçtim manevra bölümüne, oturdum orada, yerde oturan insan görünce garipsiyorlar, biliyorum garip gözükebilir ama ben burada oturmak istiyorum, bana da siz garip geliyorsunuz. Bu manevra bölgesi bir anda parçalansa ve kendimi parçalanmış manevra bölgesinin ortasında bulsam, kıyma olurum sanırım, bir anda kalbim kütlemeye başladı, heyecanlandım, ölecekmişim gibiydim, ölüm heyecanı olabilirdi, kıyma olma fikri o kadar acı veriyordu ki bağırasım geldi, soğuk duş misali ölüm diye bağırmak istiyordum da daha fazla dikkat çekmek istemiyordum artık.

Nasıl doğumumuz her şeyin doğumuysa ölümümüz de her şeyin ölümü olacaktır.

Bu fikir konusunda çok üstüne düşüp sizi sıktığımın farkındayım ama kusura bakmayın madem kendimi rahatlatmak için bunları yazıyorum bırakın da kendimce az da olsa eğleneyim, eğlence değil gerçi bu saçmalığın daniskasının sadece daniska bölümü.

 

Bir hayat mı sorgulanmaya değerdir yoksa sorgunun kendisi mi zorunludur? Çözemediğim konulardan birisi, biraz bu konu hakkında sorgulamalar içerse de düşüncelerim git gide derinleşip işin ucu sonsuzluğun kıyısı oluyor, güzel sözmüş bu “sonsuzluğun kıyısı” sanki tam cehennemden dönerken cennetteki İsa’ya selam verip bizim için çektiği acılardan dolayı mahur bakışını attıktan sonra tam cehennemden dönerken aniden kendimi arafta bulmam gibi.

6

Bu düşünceler sonucu kendimi kapının önünde buldum, kovulmuştum, biraz param vardı, nasıl bir para birimi bilmiyorum ama enflasyondan umarım az etkileniyordur, bazı yerlerde insanlar 3 gün çalışarak telefon alabiliyormuş, bana çok ütopik geldi, inanılması güç, ama alt kesimin çalışıp araba alabildiği yerler varmış, gerçek olamaz diyorum içimden ama… gerçek sanırım, acı veriyor bu durum bana, acısı bile farklı geliyor, böyle bir yerin varlığı beni kıstırılmış bir iğne ipliğine boğuyor, oraya terk edilmiş, sadece ihtiyacı olununca dönülen iplik.

Evsiz ve fakir olmak bu kadar zor olmamalı, belki de değildir, nerede yanlış yapıyorum, insanlar durumlarını kabullenip alışmışlar gibime geliyor, insanlar nasıl alışkanlık edinir böyle şeyleri, hiç mi isyan edip torpil patlatmıyorlar, ya da enflasyona karşı çıkan söylemlerden, işsizlikten, açlıktan, vergileri çalanlardan şikâyet etmiyorlar, keyifli gibiler, uyuyorlar ya, daha ne, bir de yurtdışı seyahat planlaması mı yapsın.

Yürürken yağmur eşliğinde müzik dinlemek bu hayatın virüslerinden birisi olabilir, hem yaşamı biraz unutturup hem de bir şekilde yaşamanı sağlıyor, bağımlılaşıyorum, listzomaniayım sanırım.

7

 

1999

Tam bir yıl sonra 21.yy’a girmiş bulunacağız, uçan arabaların 20 yıl sonra geleceğini söylüyorlar, ilginç bir durum, gerçi alamayacağım ama bir düşündüm de belki otostop

çekip binilebilir diye düşünüyorum. Dur bir dakika? uçan arabaya otostop nasıl çekilir ki.

Uyusam da bir türlü şu rüya aleminde Bradd Bit denen alçağı marizlesem, kıl oluyorum herife, yapım böyle, yakışıklı ve güzel ve bir o kadar kaslı ve bir o kadar da sempatik insanlara kıl oluyorum çünkü kıl olmamak için tüm özelliklere sahipler, mükemmel insanlar çağdışıdır çünkü bu çağdaşlığın en çok dikkat çeken kişileridir ve ben bundan nefret ederim, çirkinler iyidir çünkü bile bile işe girişirler.

 

8

İnsanlar, ünlü insanları kendilerine farklı bir gözle bakıp onları “idol” edinmeleri bazen bana hayvanların başlarındaki birkaç grubu ilginç görmeleri kadar “ilginçimsidol” tanımını yapmak suretinde bıraktırdığı durumlar olmuştur. Dilde bazen tanım koyamadığımız durumlar olur, ben kelime yetimin az olduğundan mı yoksa çok geniş bir yerin en ince çizgisi olan bakış açımdan mıdır nedir bir türlü tanımlık durumunu oturtamıyorum, mesela anlattığım olayı anlayacak insanlar elbette vardır ama tanım getiremeden sonra içinizde birikip hazımsızlık yapıyor, bunu bilenler bilir, düşünceler yalnızlaşınca bir o kadar da sertleştirir, gerçekmiş gibi hissettirir, sızıntı yapar, sanki akşamdan kalma ve hiç su içmemiş gibi durumlara getirtme olasılığı vardır.

Açlık ve intihar arasındaki bağlantıyı bir nebze de olsa anlatmayı deneyebilirim sanırım, bunu “şerefsizim ben düşünmüştüm” diyenler olacaktır sanırım, bu iyi bir şey mi bilmiyorum, insanların bunları düşünmemesi gerekiyor, nasıl olsa “böyle yaşayıp gidiyoruz, yapacak bir şey yok” demeleri daha makuldür. Sonra etraf parazitlerle kalıyor, kişi başına düşen parazit sayısı daha da çoğalıyor.

Açlıkta sinirlerim tepişir ve bir o kadar vahabi çölünde bir berduş gibi hissedip bir anda da beynimin içinde elektrik olduğuna inandığım durumlara getirir beni. Ama buradaki ilginç olan da şu; yemek gelir, yemeği yemek için beklenilir, daha çok aç kalınmak istenilir, susuzluk ve su ilişkisinde de aynı şey geçerli, beklenilir ve en sonda yenir, çünkü orada olması güven sağlar. Dersiniz ki “Hey seni çıtır şey, beni kendinle tanıştırmadan önce biraz cilve yap da arzularım daha da tepişsin” kıvamına getirtilmek için çabalanır, intihar da böyledir, biz bekleriz, biliriz orada olduğunu, bizi yaşama bağlar çünkü burada Histerikleşme gibi bir iğrençlikle karşılaşılır, ihtiyaçlarımıza bağımlı halde olmak da bizi bir nevi potansiyel “histerik” yapar, histerikleşme yerine keşke ismi “ben kendimi bir bok sanıyorum” olmalıydı.

Aynı şey cinsellik için de geçerlidir, kişi yine aç kalırsa bir şeyler yapmaya başlar ama o şey’ler kötüdür, iğrençleşir gittikçe, insan eti yemenin cinsi boyutunu düşünün, terbiyemi bozmak istemiyorum ama ketçapla ekmek yemişsiniz gibi düşünün, karşılıklıdır hep bu tutum sergilenir tabi ihtiyaçlar doğrultusunda, her şeyi sıçıp batırıyoruz.

Bu arada kafamın içindeki bu açıklamaları bir daha kafamın içerisinde bir konuşma gerçekleştirerek yaparken yaklaşık 2 kilometre kadar yürümüşüm sanırım, yoruldum, oturup bir tutam beyaz ekmeğin içini cebimde ceplerimi karıştırırken bulup yememle bir oldu, dediğim gibi açlık insana böyle tutumlar sergilerken komedi şovu yapmıyorduk çünkü bu olsa olsa bir trajikomedyanın ana konusu olur. İnsanlar etrafta dolaşıyorlar, bazıları çöp topluyor, bazıları bira şişeleri, bazıları doğuyor, bazıları bugün ölüyor, bazıları evleniyor, bazıları oturup sigara içiyor, bazıları sıçıyor, bazıları tecavüze uğruyor, bazıları Afrika’da neler dönüp bittiğini merak ediyor, bazıları tanrı ya da tanrılara yalvarıp onlara bu hayatlarının iğrençliğini düzeltmeleri için yalvarıyorlar.

 

9

Japonca bir kesite rastgeldim ve içimden “bir dil bana duyguları aktarmayı bir anda nasıl başarabilir” dedim, doğuştan Japonca öğrenmeliydim, şuan öğrenmeye kalksam öğrenemezdim, dil öğrenmek ve başka yerlerdeki insanların anlama imgesie göre konuşmak benim hayatta yapmaayacağım şeylerdi, koskoca bir evrende bir atom kadar değerim yoktu, atom altı parçacıklardan bir stüdyo dairede gibiydim, dışarı çıkamıyordum ve bu durum bana iç sızmasını hissettiriyordu.

Sarkastik cümlelerim uyuşturulmuş bir bölgeye yapılmış iğne gibi hissettiriyordu .

Yürüyen insanlar arasındaki bakıştışlığımın bir anki kayboluş sürecimi tamamlayan unsur yine düşüncelerim bana eşlik ediyorlardı, bütün umarsız ve olmayan “hiçbir şeylik” durumunun ta kendisindeki hal gibiydim. Kısacası bir şişe vodkanın tadı gibi ama bir o kadar da etkisindeki garipselleşmiş durumun içindeki mahluktum.

Alkoldüm ben, insanların içine nüfuz edip onlara çeşitli güldürücü, korkutucu, garipselleştirici, akılcı, acıcı, saldırgancı, sevecenci, eğlencelici ruhar besletiyordum, ben ötekiydim, tarafların kendilerini kabul etmedikleri taraf.

 

-Fatih Özen