çıkışı kolay oldu bu doruğun, bir an doğayı ve bilgisini insanın engin kapsayan bir coğrafya serildi önüme
gelsin ve önümdekini dilediği gibi dile döksün biri
bulut gölgesinin yeşili ikiye böldüğü yerden geçen gerilim hatlarına hislenecek
çizgi çizgi otoyolları serin göl sularında boğmayı bağıracak
meyve bahçelerini sayısız ötücü kuşlara bağışlayacak olan güzel biri
ne ki o ben değilim olamam
güzelliğim başka gövdeden dallanır yukarılarda
bakışlarım yığılıp katranların toprakla hizalı katlarına
bir kızılçamı silker atar da
yumuşar bir ardıcın bulut-yastık-yapraklarında
sorgumsa şudur: aşk mı bu vuran?
dağın ta kökünden burnuma çağların kokusuyla çarpan şeyin
bu afallamışlığımın adı ne?
aşk olmasa gerek
görerek çünkü onu her yerde
üstüne her an söyleyerek ismini, tükettim
şimdi un ufaktır cismi ve avucumda kalan
ve anca dilde var olan birkaç kırıntısı emanettir
uzak göl kuşlarının, parlayan damlar altındaki çocukların aşkından
oynaşırım bu dorukta hala dolanırım
küstahlık ışıtırım geçmişe saygıyla dizilmiş taşların üzerinde
ormanın ricasıdır bu, kendini istetir bana ormanın ilikleri
söyler, dere yatağının birkaç kelimeme susadığını
bunların koynundaki aklımsa bir döngüde sıkışık
bizden bana, ordan bize
insandadır aklım yani, gelen ve giden şeklinde
gölgeler kayar, kısalır bir ‘nebi’ gelir yanıma
seslenişi duyan bir adam dile getirmeyi bilen
belki de mesihin ta kendisi sıkılıp göklerden yanıma inen
belki hafif gelmiştir meleklerin dertsizliği ona
gelir oturur içime, bakar
çoktan kumlaşmış kemiklerine aşkımın
üfler, kenara çekilir hatrına, ağır-bulut-örtüler
sorularımı ve uydurma cevaplarımı az çok
en çok da derdimi kahrımı sezen bir nebi
der: “kedi ve köpek gibi olunmalı. kedi yalnızken dahi saklar pisliğini.
köpek, kötü sevgiyi hesaba katmadan, sevene sallar kuyruğunu.”
der: “kurşunlarla delik deşik etmiş olsalar da küçük bir kız çocuğunu
toprağın ve insanın güzelliği paramparça ediliyor olsa da her yanında
bak! ufka gidiyor yolumuz, iki yanı irili ufaklı ağaçlar
yol boyunca sevgi, bak! senle ben cesetleri kaldırırız sadece bakarak.”
bir müddet dalgınızdır uzamaya başlamıştır gölgeler
dorukta nebi ve ben -yani insan sıfatını üstlenen baktığı doruktan- dertliyizdir
bir kafile gözükür, yaklaştıkça şekilleri coşkunluklarını sezerim
seslerini duymaya başlayıncaysa iyiniyetlerini
böylece ürkütülür karanlığım
nebi bunu anlar, daha da genişler yüreği
kalkar, selamlar ve düşer önlerine
hepsini sulu bir vadiye götürecektir benden uzağa yeşilli bir dere kıyısına
bilirim, ateş yakarken kalabalık, o bölüştürecektir ekmeklerini
bağışlanacaktır onlara bereket ve bazılarına bereketin hikmeti
giderler, bir beden kalır yine süslenirim
yerde ve durgunluktayımdır
hislerim sekmektedir taştan taşa kuş misali
öyle yalnız kalırım ki sonra gölgeler upuzun
öyle ışıksız
yine insana gider aklım yine gelir ve derim:
“bu halimle değil, kedi ve köpek halimle de değil
Ama bir yusufçuk olsam yusufçuk halimle takılsam peşlerine
uçtuğumda rüzgara savrulsa bütün şiirler kursağımda kalacaklarına
uzakta birkaç ateş, ekmek bölen çizgileri onun, ortalarında
ben binbir gözümden ağlayıp yusufçuk gözyaşlarıyla
sabaha dek baksam onlara”
kuruyunca binbir pınar doğan güneşle yanınca
geri dönüşsem ben diyene, yani insana
bir anda , çıksam yine doruğa