Doğunun varolmayan limanlarından bir gemi kalkar ufka doğru.
Zılgıtlar eşliğinde bir adam yollanır şehrin çıkmaz sokaklarına.
Dilek ağaçlarına “yaşamak” istediğinde bulunan insanlar bilmedikleri dilde dua ederler gökyüzüne doğru.
Yağmur yağar,
Kan kokar bu mevsimde topraklar.
Küçük bir kız çocuğu seksek oynar kaldırımda.
Birkaç el silah sesi gelir de, kimseler çıkıp bakmaz.

Açlıktan ağzı kokanlara diş fırçası dağıtan devletin,
diş macunu fiyatlarından haberi olmadığı gibi,
Ölmenin yaşamaktan pahalı olduğu dünyada
geride seni tanıyan kimse yoksa
bir ismin bile olmuyor mezar taşlarında.

Siyah beyaz hayalleri olan sakallı adamların da gözyaşları vardır bu hayata akıtacak.
Sokak aralarında kalmış çocuklukları,
“İlkokul sıralarında bıraktıkları mutlu anıları” doldurur memleket senaryolarını.

Sonra birkaç el silah sesi yükselir her tarafı gecekondularla çevrili semtin ıssız kaldırımlarında.
O sakallı adamlar hayallerini bırakıp devam ederler yollarına.
Örftür,
Töredir,
Borçtur,
Namustur geriye insanın kendinden kalan.
Memleket alıp vitesi geriye günbegün karanlığa sürerken,
Güneşin doğmadığı günlerde yıkık binalar arasında yaşamaya çalışan bir serçe gibi bırakır hayat bizleri.

Diz çöküp af dilersin sonra.
Yerde türbe yeşili bir seccade,
Duvarda kurutulmuş sebzeler ve koltuğun yanında kullanılmış bir çay bardağıyla.

Yıkasam pisliği çıkmaz bu şehirlerin.
Bombalar yağsa uslanmaz hırsızlar, kundakçılar.
Üstünden yıllar geçer, ikinci kez yıkılır belki binalar
ama
Yokluğun soğuk nefesi bütün şehri sarar.

Geriye ne hayaller kalır ne de yaşanmış güzel anılar.