Geçenlerde yine öfkeden kudurmuş inkisârlar bulaştı zihnime,
Ilık bi’ kış gecesi senceleşirken kalabalık yalnızlığımla.
Bakma ben bunları daha önce de yazmıştım da
Yaşlı başlı adamız işte, hâlâ kendime bile hayrım yoktur benim.
Ama n’aparsın, zaten ne demişler?
Çocuklar, ellerindeki üzüncümsü keder püsküllü oyuncaklarını yüz kere de düşürüp kırsalar annelerinin umurunda olmazmış.
Salkım saçak ağlantı sıçratırlarmış paslı yanaklarına, yutamadıkları her hıçkırığın ardından
Hatta inanmazsın, bazı vakitler gelirmiş ki
“Anne!” derlermiş sesleri çıkmazmış,
“ANNE!” derlermiş de
Ağzı dahi oynamazmış yavrucakların.
Sorsan şimdi yine duyan bakan olmaz
Onları böylesine “sonrasız”, ancak ben kucaklarım…
Çünkü onlar,(Sen bilmezsin daha küçüktün)
Dünyayı -biraz terli, biraz hevesli- avuç içlerinde yuvarlar
Keşkelerin yarenlik etmediği o ütopik hülyaya kadeh kaldırırlarmış
Ağır aksak çarkların pörtlek gözlerine çomak sokarmış onlar.
Ruh-tutsaklarına, yılgın gönüllere hep merhametle muamele eder,
Yüzlerini soldurmaktan dahi imtina ederlermiş.
Onlar,
Yarın unutacaklarının telaşıyla bugünü akşam etmezmiş.
Serseri kuruntulara mahal vermezmiş koşturmacalı yaşantıları
O kadar mükerrem çocuklarmış ki onlar
Yedikleri kurşunların peşi sıra nergis kokulu zakkumlar filizlenirmiş avuçlarından.
Öyle günler,
Öyle sıkıntılı günler olurmuş ki yüz çevirirlermiş parçalı-umutlu gökyüzünden
İnsanın aklı hayali duruyo’ nasıl günlermiş, saatleri aylara denk..?
Öyle zamanlar ki bir günüyle bin asra kefen kusturur,
Ama sonra birdenbire tüm uğultuyu susturur, varlığını bile unuttururmuş.
Düşünüyorum da şimdi şu köşeyi dönüp gelseler, ben de dayanamayıp kucaklasam tam da tahayyül ettiğim gibi
Onları da cennetlerinden alıkoymuş olur muyum?
Mustafa Gökmen