*Okuyacağınız hikâye, “kendine zarar verme” gibi tetikleyici unsurlar içermektedir.

“Eğer bunu okuyorsanız, hayatta kalmayı başarmak konusunda işler istediğim gibi gitmemiş demektir. ‘Araştırmalara göre bir intihar geride kalan 138 kişiyi etkiliyormuş.’ demişti bir keresinde Aslı. Neyse ki benim ardım bu kadar kalabalık değil; bu yüzden, eğer sizi rahatlatacaksa vicdan muhasebem beni en az düşündüren şey oldu. Günleri, haftaları, ayları küçük bir ‘Neden?’ ile tüketmenizi istemiyorum. Size hepinizin anlayabileceği bir neden bırakıyorum ve bu nedenin size vereceği tek duygunun öfke, tek hareketin mücadele olmasını umuyorum: Hayatta kalmak için her geçen gün sesim biraz daha kısık, boynum biraz daha bükük el açtığım; artık aynalarda sadece mahcubiyetle karşılaştığım ömrümü, savaşmış olmanın da iç rahatlığıyla, burada sonlandırıyorum.

Aslı’ya: Sevgilim, duvarlarımın çatlağından sızan tek günışığım, beni affedebilirsen ve sevmeye devam edersen; sen hayatı bir tebessüm gibi yaşadıkça huzurla uyuyacağım. Lütfen yanlış anlama, bunca yük içinde sana bir de affetmenin ağırlığını bırakmak istemiyorum. Beni affedemezsen de seni anlayacağım. Hoşça kal…”

Can’ın odasında geçirdiği bir saatin sonunda, elindeki intihar mektubuyla uyuyakalmış bir vaziyette buldular Aslı’yı. Kalabalık dağıldıktan, taziye bittikten sonra sevgilisinin okuduğu son kitabın, “Bir Acıya Kiracı”nın arasında görmüştü bu notu. Taziyeden sonra yanında kalan arkadaşlarına “Tek başıma okumak istiyorum, müsaadenizle.” diyerek bu kısacık notla bir saat geçirmişti. Gözleri, her harfini daktilo gibi vurarak ve gürültüyle yazmıştı zihnine. Günışığım. Huzurla. Uyuyacağım.

Ölümün ardında kağıt parçası gibi geride kalan yaşam, bir unufak olur bir bütünleşir. Geceleri bin parçaya ayrılmış bir kağıttır, gündüzleri bir bütün olarak elimizdedir. Bazen de tam tersi olur. Kalbi yeis ile dolu olanlar için bir süre yaşam aynı anda hem parçalanmış hem de bütündür. Hem mana hem de hiçliktir. Ancak intihar edenin ardında kalanlar için dört parçaya bölünerek yırtılmış bir kağıt parçasını dahi birleştirmek zordur. Çünkü bütün, Tanrı tarafından değil giden tarafından çoktan parçalara ayrılmıştır ve o parçalar ne zaman birleşmek istese, artık aralarına -Can’ın da giderken söylediği gibi- küçük bir soru tümcesi girerek bütünün huzurunu bozacaktır: Neden?

Yoksulluk ve hastalıktan, zor yıllardan önce Can; o bütünün içinde sevdiği birkaç insanla kitap satarak kazanıyordu hayatını. Başkaları hayatını yaşasın diye hayatını kazanmaya mecbur bırakılan milyarlarca insandan bir tanesiydi. Ablasının ölümünden beri ailesiyle görüşmüyordu, bir ailesi yoktu. Aslı’yı çok seviyordu, onunla gerçek bir aile kuracaktı. Onunla tüm bunlardan uzak; güvenli, huzurlu ve yaşanılacak bir dünyası olacaktı. Bunu sadece içi boş bir iyimserlikle umarak hayal etmiyor, bu son derece mütevazı hayal için elinden geleni fazlasıyla yapıyordu. Savaşmış. Olmanın. İç rahatlığı.

Yaşam Can ve onun gibiler için hiçbir zaman kolay olmamıştı. Hiçbir zaman tam anlamıyla özgür değillerdi; kadınların ve çocukların bedeni, hayatta olanların emeği mahkumdu. Bir gün, demişti Can Aslı’ya: “Bir gün yaşamın kendisi için değil özgürlüğümüz için de savaşacağız. Ablamın, çocukların, hayatlarımızın öcünü alacağız. Birbirimiz için ve özgürlüğümüz için hayatta kalmak zorundayız. Savaşmak için önce yaşamak zorundayız.” Hayatları için savaştıkları birkaç yılın sonunda, özgürlüğü ve mücadeleyi sokaklarda kazanacaklarını hayal ediyorlardı. Gündüz çalışıyor, akşam evlerine çekildikten sonra saatlerce bu hayal üzerine konuşuyorlardı. Ancak doğayı, kadınları, çocukları, emeği sömüren dünya düzeni sokakları tehlikeli kılan bir hastalığa sebep oldu. Yine de ümitsizliğe düşmeyi kendilerine yakıştıramadılar. Şimdilik birlikte kuracakları hayat için yaptıkları birikimle yaşayabilirlerdi. Birkaç ay tamamen kapalı kalan dükkan, Haziran ayında açılmıştı. “Bak, söylemiştim sana. Birikimimiz azaldı ama her şey normale dönecek, yerine koyacağız. Ömürde birkaç ay dediğin nedir ki sevgilim.” Aslı, Can’ın en çok bu yönüne aşıktı. Bıraktığı mektupta yanılıyordu. Can’ın karanlığı yoktu, Can hayatındaki herkes için ışıktı. En çok da Aslı için.

Nihayet dükkanı açtıktan sonra, eskisi kadar olmasa da kitaplar hayatını kazandırmaya devam ediyordu. Endişelerini Aslı’ya belli etmemeye çalışıyor, hastalık bitmezse tekrardan dükkanı kapatacağından korkuyordu. Yaşam artık bir kimsesize endişeden olma tüyleriyle kendini sevdiren sokak kedilerinden farksızdı. Korkuyla cesaret arasına çekilmiş, cambazların yürüdüğü incecik bir ipti. Umutla çaresizliğin kanlı düellosunu seyrediyorlardı insanlar, nefeslerini tutarak. Ve ardından hayatlarına devam edebilmek için derin bir nefes alarak.

Korktuğu çok geçmeden başına gelmişti Can’ın, birkaç ay açıp birkaç ay kapattığı dükkan artık geçimini sağlamasına pek de yardımcı olmuyordu. Önce kitapların fiyatını düşürdü ki bunlar değerli kitaplardı, antika sayılırlardı. Birçoğu ilk veya ikinci basımdı. Hepsine gözü gibi baktığı bu nadide eserlere bile kızmaya başlamıştı. Sakin olmalıydı. Aslı’yla bir gelecek kuracaktı. Babasının ve annesinin ona ve ablasına veremediği aileyi çocuklarına verecekti. Çocuklarının beddua ettiği bir baba olmayacaktı. Bu geleceği kimseden yardım istemeden kurmayı hayal ettiyse de pek mümkün olmamıştı. Can’ın fazla ahbabı yoktu, söylediğim gibi, hayatı birkaç arkadaştan, Aslı’dan ve sahaf dükkanından oluşuyordu. Ne hastalık bitiyor, ne yoksulluk iyiye gidiyordu. Kitapları yok fiyatına satmak işe yaramayınca da çocukluk arkadaşı Hüseyin’den yardım istedi. Onunla kardeş gibiydiler, ona karşı duyacağı mahcubiyet diğerlerine göre çok daha azdı. Birkaç ayı daha böylelikle hayatta kalarak geçirdi. Sesim. Kısık. Boynum. Bükük.

Gittikçe sessizleşmiş, Aslı’yla bile arasına mesafe koyar olmuştu. Aslı ise onunla iletişim kurmak için her türlü yolu deniyor, orada burada okuduğu her şeyi, edindiği her bilgiyi büyük bir heyecanla Can’a anlatıyordu. “Bugün ne okudum: Yapılan bir araştırmaya göre intihar eden bir kişiyle uzaktan veya yakından bağı olan tam 138 kişi bu intihardan etkileniyormuş.”

Öyle miymiş, sevgilim, ne kadar ilginç, diye cevap verdi Can; gözünde ufacık bir şaşkınlık, heyecan yoktu. Aslı onu anlıyordu, Can’ın umudu ikisine de yetmişti şimdiye dek. Bu kez sıra Aslı’daydı. Geçecek. Atlatacağız. Önce hayatımızı, sonra özgürlüğümüzü kazanacağız. Ablanın, çocukların, hepsinin adaletini sağlayacağız. Kazanacağız ve çocuklarımız özgür bir dünyaya doğacak.

Bozkır köyü gibi sessiz ve sıcak bir Haziran gününde Can, kendini aynada gördüğü haliyle değil; ümitli, neşeli, yorgun da olsa dik durabildiği haliyle hatırlamak için bedenini beş kat yüksekten aşağıya bıraktı. Aslı’nın da onu eskisi gibi, zor yıllardan önceki haliyle hatırlamasını istiyordu. Sırtındaki kamburun doğrulamayacak kadar bedeniyle bütünleşmesini ve bu kamburla hatırlanmayı istemiyordu. Aslı, Can’ı anlıyordu. Onu nasıl anlamazdı? Nasıl affetmezdi? Hayatta kalacak, Can’ın istediği gibi, bir tebessüm gibi yaşayacak ve birlikte hayalini kurdukları dünya için mücadele edecekti. Öfke. Mücadele.