Şehrin ışıkları evrenin derin karanlığını aydınlatan bir fener gibi zümrüt yeşili bir parıltıyla sürdürüyordu yaşamlarını. Rüzgârsız bir eylül yağmuru temizliyordu sokakları politikacıların, gaspçıların, tecavüzcülerin, din tüccarlarının, sübyancıların, âşıkların ve “YALANCILARIN” kirli oyunlarından arta kalan pisliklerden. O gece belki de yağmurun onu günahlarından arındırmasını isteyerek çıkmıştı dışarı. Mal varlığı paketinde kalan iki dal sigaradan ibaretti. Sağanak yağmurun altında yarı düşünür vaziyette yürüyordu. Artık pek fazla düşünmüyordu çünkü düşününce bir bok olmadığını geç de olsa anlamıştı. Yaya geçidinin başında durdu. Sokaklar boştu ama o yine de yeşil ışığın yanmasını bekliyordu ya da yeşilin ona ilahi bir aydınlanma vereceğine inandırmıştı kendini. Gözlerini cehennem alevi gibi yanan kırmızı ışıktan kaçırdı. Acı çekiyordu, ona önceki şehvet dolu ilişkilerini hatırlattığı için. Yolun karşısına baktı, bir çift, liseli aşıklar gibi sağanak yağmurun altında oynaşıp şakalaşıyorlardı. Kahkahaları iki sokak öteden duyulabilirdi. Gülümsedi hallerine, hiçbir zaman o mutluluğu yaşayamayacağını bile bile gülümsedi. Çift, yeşilin yanmasını beklemeden sokağın boşluğundan yararlanıp karşıya ağır adımlarla ilerledi. Ama o hala yeşil ışığın ruhunu arındıracağını umarak bekledi. Çift yakınlaştıkça etrafa saçtıkları mutlulukla daha da gülümsedi. Kahkaha atmamak için kendimi zor tuttu. Sırılsıklam olmuştu. Üzerinde sadece siyah bir t-shirt ve Boston Celtics şortu vardı. Son zamanlarda o şortu her giydiğinde Paul Pierce‘a küfür etmekten bıkmamıştı ve bu ritüeli evden çıkmadan tekrar gerçekleştirdi. Üşümüyordu. Çiftin yaydığı mutlulukla daha da ısınıyordu. Birden yüzü asıldı. Kafasında bazı anılar canlandı. Fazla değil, sadece dört sene önceki doğum gününü hatırladı.
Bir zamanlar hoşlandığı bir kadın vardı. Çocukluk arkadaşıydılar. Ne olduysa âşık olmuştu ona, o dönemde fazla boşlukta olduğundan mı yoksa çocukluğundan beri ondan hoşlandığını yeni mi anlamıştı bilmiyordu. Bir gece, bir şişe şarabı bitirdikten sonra onu aramıştı, hep buluştukları, dertleştikleri yerde, tepedeki ıhlamur ağacının altında. Yapraklarını dökerken daha bir güzeldi o ağaç. Belki de bir şeylerin önceden habercisiydi ama o dönemde bilmiyordu acı verdiğini kurumuş yaprakların. Cesareti yoktu hissettiklerini ayık kafayla söylemeye. Biraz çaldıktan sonra kız telefonu açtı. Açar açmaz konuşmaya başladı;
“Benim daha ne yapmam gerekiyor. İlla tüm herkese karşı bağırayım mı sana hissettiklerimi ya da içip içip kapına mı dayanayım serseri tarafımı dışa vurup. Seviyorum işte seni. Gerizekalı olsan eyvallah ama bu zamana kadar anlaman gerekmez miydi sana gösterdiğim ilgiden, yanında olmak istememden, sürekli sana sarılmak istememden, seni öpmek istememden seni sevdiğimi? İşte, artık ayrıca bir çaba göstermene ihtiyacın yok açık açık söylüyorum, sevi seviyorum!”
Kız telefonun diğer ucunda bir süre sessizce bekledi ve sinirli bir ses tonuyla konuşmaya başladı;
“Bu zamana kadar ne sana ilgi gösterdim, ne de umut verdim. Seviyorsan, âşıksan, kendi içinde yaşa bu aşkı umurumda değil. Bu zaman kadar senin yanında olduysam, derdini paylaşmışsam arkadaş olduğumuz için, beraber büyüdüğümüz için fazlası yok.”
Bir sigara yakmıştı bu sözlerin üzerine; hayatının büyük bir parçası olmak üzere. Kız bir süre daha sessizliğe gömüldü ve sakin bir tonla konuşmaya başladı;
“Bu telefon kapandıktan sonra bir daha beni arama, sakın! Bırak yüzünü görmeyi sesini bile duymak istemiyorum. Ama seni tanıyorum, üzüleceksin, üzüntünden köpek gibi de içeceksin fakat yapma, üzülme. Hayat birilerine ya da bir şeylere üzülmek için fazla kısa. Beni sevdiğini söylüyorsun ama emin ol günün birinde gerçekten âşık olacaksın ve olduğunda da karşılığını göreceksin ve mutlu olacaksın hiç olmadığın kadar. İnan, senin için tek isteğim bu. Umarım bir gün aradığını bulursun. Sana geri kalan hayatında başarılar, hoşça kal.
Telefonu kapatır kapatmaz ağlamaya başlamıştı alkolün verdiği yetkiyle. Ömründe geçirdiği en üzücü doğum günüydü. Doğmamış olmayı istedi o gece ve bunu unutmak için cidden çok çaba sarf etmişti ve bu boktan anıyı şu anda hatırladı çünkü çift ona doğru yaklaştıkça yüzlerini daha net seçmişti.
Kız karşısındaydı, hiç değişmemişti. Hala aynı güzellikteydi. Hala uzun kıvırcık saçlı ve hala çok güzel gülümsüyordu, hatırladığı gibi. Mutluydu, o gece olumlu sonuçlanmış olsaydı belki de şu anda bu kadar mutlu olmayacaktı, bilmiyordu. Çift yanından geçerken kız ona baktı. Tanımış olacak ki birden suratı asıldı ama bozuntuya vermedi. Yanından geçip gittiler. Kızın aksine gülümsüyordu. Onu mutlu gördüğü için, onun mutluluğu için gülümsüyordu. Sigara paketini çıkarmak için elini cebine attı. Tam paketi cebinden çıkaracakken elinden kaydı, kaldırım ile yolun birleştiği yerdeki su birikintisine düştü. Eğimin verdiği akıntıyla süzülüyordu rögara doğru. Tek mal varlığının yer altının karanlığına karışmasını büyük bir sakinlikle izledi. Paket, kanalizasyona karıştığında dizlerinin üstüne çöktü. Zaten kaybetmiş bir adamın tek dayanağını da kaybetmesinin verdiği acıyla ağlamaya başladı. Yağmurun sesi bir süre sonra onun sesini bastıramaz olmuştu öyle ki şehrin en uç noktasından biri o an dışarıya çıksa o bile ağlamasını duyabilirdi.
Küfrediyordu. Zeus, Odin, Ra, Amaterasu…
Hangisinin hükmünde olduğunu bilmeyerek lanet okuyordu hepsine, en çok da Allah’a!
Sol omzunda bir el hissetti. Başını çevirdi, şaşkınlığını gizleyemedi. Yerinden doğrulurken elin sahibi çantasından sigara paketini çıkararak bir sigara aldı. Titizlikle ağzına götürdü. Yaktı. Büyük bir nefes çekti. Sonra sigarayı ona uzattı. Sigarayı aldı, hala şaşkındı. Sigarayı verdikten sonra kız yine elini sol omzuna koydu, gülümsüyordu, çok güzel gülümsüyordu:
“Ağlama! Hepimiz bir şeyler kaybettik elbet fakat bunun için üzülme. Hayat bir şeylere ya da birilerine üzülmek için fazla kısa.”
Ağlamayı kesti, gülümsedi.
Kız arkasını dönüp sevgilisinin yanına gitti.
Kız gittikten sonra sigaradan büyük bir nefes aldı.
Yeşil ışık tüm heybeti ve ilahiyatıyla yandı.
Dört yıl aradan sonra üşüdüğünü hissetti.