surlanmış kentler topyekûn alaşağı
gözlerine mağlup bakıyorum
eğer sürgün yeriyse yüreğim en yakınımdakine
adımlarımı dağlarda yaman bir eşkıya ilerlesin
tarihin kum saati biriksin sahillere
sızarak parmaklarımın arasından
ki ellerim tozlu iki sayfadır
kütüğü yol yorgunluğu insanoğlunun
tevellüt, altı günün ilk günü
ve terini alır alın yazısının
durup iki soluklanır zaman
zaman bile
dinlenir orada
başı iki elinin arasında
medcezir: okyanus vurmuştur kıyıya
dalgalar atmıştır kendini bitkin
kumsalda inşa ettiğim kalenin
statiği yıkılmak
çölde tozu dumana katıyor
tarihin kum saati
lakin deniz kıyılarının
göz çukurları yaşla dolu
uzun kirpikleri var
zaman bile
orada dingin
ayaklarını uzatmış suya
su temizler mi hep?
ağlamak mastarı olmasa arınmanın
suya kirlenmeyi yakıştırabilirdim belki
geçmişin gölgesi ya da
namı diğer gece,
tarihe kara bir leke olarak düşüyor
siluetleştirip kentleri içime uzanıyor
zaman durmuş içimde
zaman bile
gölgede dinleniyor
körüm artık bakarken kendimden içre
gözlerine hep mağlup
ılgım: bedevinin ufka doğru azığına dahil ettiği
ey yokluğuna varılan
uykudan bir rüyaya uyanmak için
leyla, çölde veya gece
leke yayılıyor saçlarından