Yaklaşık beş kat çıktıktan sonra binanın çatısına ulaşıyorum. Kafamı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum, ılık bir Haziran gecesi olmasına rağmen hava bulutlu ve hafif nemli bir rüzgâr esiyor. Çatının caddeye bakan tarafına doğru ilerliyorum. Eski, beton baca çıkıntılarından birine oturuyorum, elimdeki biranın kapağını açıp bir yudum alıyorum ve bir sigara yakıyorum. Rüzgar tenimi sıyırıp geçiyor, ruhumdan çıkan dumanları gecenin karanlığına karıştırıyor. Sigaramı içerken karşı binaya bakıyorum, karşımdaki dairenin ışıkları kapalı, beklenen konuk henüz gelmemiş. Yerimden kalkıyorum ve çatının kenarına doğru gidip aşağı, caddeden gelip geçen insanlara bakıyorum. Sağ ayağımı çatıdan sarkıtıyorum, sanki bassam ayağımın altına denk gelen insanları ezecekmişim gibi. Sigara izmaritini düşüncesizce aşağı atıyorum, binlerce düşünce kaplıyor o an zihnimi, tekrar baca çıkıntısına oturuyorum ve başımı kaldırıp gecenin karanlığına dikiyorum gözlerimi, insanları düşünüyorum istemsizce…

İnsanlar ekleniyor hayatımıza, insanlar eksiliyor. Sen bir karanlıktan bir başka karanlığa çok aniden geçiyorsun. Birileri senin hayatından çıkıyor, sen birilerinin hayatından çıkıyorsun. Teninin parçası olmuş kişiler gidiyor gaibin bilinmezine. Kabuklarına çekilmiş tüm gidenler, sert acılarla ördükleri. Geri kalanları umursamıyorlar. Onlara gösterilen yoldan gidiyorlar ama çalıların arkasında gizli yollarını bulamıyorlar. Yollarını kaybedenlerin üzerine basarak yürüyüp gidiyorlar hiçliklerine. Sen sadece gidenin ardından bakmakla yetiniyorsun, sigaranın tükenmesine ramak kala.

Bu düşünceler zihnimde birer kuşku baloncuğu oluştururken karşı dairenin ışıkları yanıyor. Işık göğüs kafesimi yarıp ruhumun buzlarını eritiyor, ruhumun çorağında ilahi çiçekler açıyor…

 

Ruhumun ılık bir öğlen güneşinin ortasında kalmasından bahsediyorum dostum.

 

Işık yanan odanın perdesi aralanıyor ve beklenen misafir pencereyi açıp kafasını pencereden dışarı uzatıyor. Derin bir nefes alıyor ve yüzünde çok çok güzel bir gülümseme ile içeri giriyor. Üzerindeki gri askılı bluzu çıkarıyor, teninin beyazlığı gözlerimi alıyor. En karanlık gecede yolu aydınlatan dolunay kadar beyaz bir tenden bahsediyorum dostum. Pantolonunu da çıkartıyor ve yatağın köşesine oturuyor. Bir sigara yakıyor ve derin nefesler çekiyor. Yüzü dalgın, binlerce düşüncenin içinde boğulurcasına. Dalgın dalgın sigarasını körüklüyor hızlıca. Kadın düşüncelerinde boğulurken ben güzelliğine bir kez daha hayran kalıyorum. Bir an bana doğru bakıyor, beni fark ettiğini düşünüyorum ve irkiliyorum, biramın birazı yere dökülüyor. Fark etmemiş olacak ki bakışlarını anında değiştiriyor hiçbir şey olmamış gibi. Yataktan kalkıyor ve üzerine renkli, eski bir bluz geçirip odadan çıkıyor. O anda aşağılardan neşeli bir müzik yükseliyor. Müzikle birlikte kadın tekrar odaya geliyor, yatağın köşesinde duran beyaz havluyu alıyor ve yüzünü kuruluyor. Biraz sonra esmer, gözlüklü bir kadın daha giriyor odaya. Elinde üzerinde mum olan ufak bir kek var e keki kadına uzatıyor, gülüşüyorlar ve kadın mumu üflüyor. Birbirlerine sarılıyorlar, yatağın üzerine oturup hararetli bir konuşmanın içine düşüyorlar. Onları izlerken birkaç damla yağmur düşüyor gökyüzünden. Başımı yukarı kaldırıyorum sağanağa teslim olmak üzere. Gözlüklü esmer kadın biraz sonra odadan ayrılıyor. Kadın tekrar bir sigara yakıyor ve o anda şehrin elektrikleri kesiliyor. Etrafı koyu bir zifir kaplıyor fakat kadının teni o kadar beyaz ki o karanlıkta dahi siluetini seçebiliyorum. Kadın odanın köşesindeki kitaplığına gidiyor, kitaplığın üzerindeki mumu alıyor ve sigarasının koruyla mumu yakıyor. Elinde mum tekrar pencerenin kenarına geliyor, başını camdan uzatıyor ve aşağı bakıyor. Serin bir rüzgar esiyor yağmurun gelişini haber verirmişçesine, kadının küt siyah saçları dalgalanıyor rüzgarla. Yüzünü gökyüzüne çeviriyor, rüzgar yüzüne vurdukça daha çok gülümsüyor, amına koyayım çok güzel gülüyor!

Oturduğum yerden kalkıyorum, üzerimde siyah bir tişört ve siyah bir pantolon var. Karanlığın içinde bir anlık gözden kayboluyorum. Çatının kenarına kadar geliyorum ona biraz daha yakın olabilmek için, göğsüm sıkışıyor, şiddetli bir öksürük krizi baş gösteriyor ve dizlerimin üzerine çöküyorum. Başımın her iki yanına ve sırtıma tarifsiz bir acıyla karışık ağrı saplanıyor. Öksürüğümü bastırmak için elimle ağzımı kapıyorum, ekşi ve metalik bir tat geliyor ağzıma. Karanlığın içinde avucumda kırmızı akışkan bir leke görüyorum ve o anda gözlerim yanmaya başlıyor. Acı tüm vücudumu kaplıyor, bağırmamak için kendimi zor tutuyorum. Başımın iki yanından sıcak sıvılar akıyor, kafatasım zorlanıyor, acıdan bayılacak duruma geliyorum. Biraz sonra yağmur başlıyor tüm şiddetiyle. Acı kesiliyor, vücuduma tarifsiz bir rahatlama çöküyor. Yağmurun altında ıslanırken dizlerimin üzerinden doğruluyorum. Tam üzerimde bir şimşek çakıyor, şimşeğin ışığı ile camda anlık yansımamı görüyorum.

Sırtımda siyah devasa kanatlar var. Gözlerim bir savaş alanında ölen askerlerin biriken kanlarından daha kırmızı ve başımın her iki tarafında boynuzlar çıkmış. Kadın korku ve şaşkınlıkla karışık bir ifade ile olduğum yere bakıyor ama o an karanlığın içinde beni göremiyor. Gök gürültüsü ile karışık bir şimşek daha çakıyor ve zifirin içinde beni doğrudan görüyor. Gördüğünde yüzündeki şaşkınlık kayboluyor, yerini sadece saf korkuya bırakıyor. Aşağıdan bir yerden bir şarkı peyda oluyor ve sesin sahibi kadın haykırıyor karanlıkta;

“Who else is going to love someone like you that’s marked for death?
Who else is going to be with you when you breathe your last?
Who else is going to take my place and hold and keep you safe?
Who else is going to stay?”

 Başımı yukarı kaldırıp yağmurun hüznüne teslim ediyorum kendimi. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes alıyorum ve çatıdan boşluğa bırakıyorum bedenimi, tam yere çarpacağım anda kanatlarımı çırpıp hızla yükseliyorum karanlık gökyüzüne. Ben yükseldiğimde şehir tekrar aydınlanıyor. Gece karası kanatlarımdan bir tüy kopuyor ve kadının penceresinin önüne düşüyor, geç verilmiş doğum günü hediyesi misali.

 

10.06.2020

Bilinmeyen bir şehir