Toplumsal yaşamda kurulan ilişkilerin öznesi, dolayısıyla hukukun ve hakkın öznesi olarak tanımlanan ‘’kişinin’’ kurulan ilişkide, o ilişki çerçevesinde bir şeyi yapma ya da yapmama, üçüncü kişiden bir şeyi yapmasını ya da yapmamasını talep edebilme yetisine sahip olduğu varsayılan varlıktır. Bu tanıma göre ‘’kişi’’ kurgusaldır diyoruz. (1)
Hukuk, toplumsal yaşamda kurulan ilişkileri düzenleyen kurallar bütünüdür. İşin içinde kişilerin diğer şahıslarla ilişkilerini düzenlemesini rasyonel bir şekilde gösterebildikleri takdirde hukuk bir kurallar bütünü olur ve hak kavramı ortaya çıkar. Fakat çok gariptir. Bu rasyonellik nasıl gösterilebilir ki akla dayandırılsın(?) Ahlaki yargılar doğru değerlendirilebilir mi? Hukukun temelinde deontoloji yer almalı mıdır? Bu ve bu gibi sorulara cevap verebilmek gerekir. Talep edebilme yetisinin yanı sıra doğru ve yanlış talep, kişinin; kurgusal bir varlık olduğu anlayışını etkiler. Talep edebilme yetisine sahip olmak biraz daha irdelenmeli diye düşünüyorum.
En basitinden davranışları etkileyen ahlaki fikirler bireyin eğitimi ile ilişkilidir ve bireyin gelişimindeki tüm durakları ahlaki yargının temelini oluşturur. ( John Dewey’in Ahlaki Gelişim Kuramı ) Dewey’e göre “Felsefe, yaşantının içeriğinde belirsiz olan şeyde kaynağını bulan; ama amacı belirsizlik içindeki zorlukları saptama ve bunları aydınlatma olan, öte yandan daha sonra gerçek faaliyette doğru olup olmadıkları gözden geçirilmesi gereken varsayımlar ortaya atan bir düşünme biçimidir.” İdealizmin, evrenin bir plan doğrultusunda ilerlediği fikri Dewey’e ters düşer. O metafizik bir iddianın bilinemez olduğunu düşünür ve bilinebilir olanların konu edinilmesi gerektiğini ifade eder. (2) Bu açıdan ahlaki değer yargılarını ölçmek imkansızdır.
Kant ise dış dünyayı ne ise o olarak bilemeyeceğimizi yalnızca bizde doğuştan var olan apriori algı formlarımızın imkân verdiği oranda bilebileceğimizi ileri sürer. Bu da “doğru” anlayışını, pratik yarar sağlama ölçütüne indirgenmesinin zeminini oluşturur. Onun felsefeden beklediği hakikat değil işe yarar yöntemler hakkında düşünmedir. İşte tam da burada benim aklıma gelen rasyonel egoizmdir ve kanımca devreye girmiş olur. Bir eylem fayda sağlıyor ise rasyoneldir. İnsanın belli değer verdiği normlar vardır ve bunları kendi ölçütünde sınıflandırır. İnsan daha az değer verdiği şeyi daha fazla değer verdiği bir şeye seçmez. Rasyonel egoizm ile Dewey’in ahlaki gelişim kuramının da ortak noktasını kendimce şöyle küçük bir örnekle açıklayabilirim: Bir çocuğun ebeveynleri onu en küçük yaşlarından itibaren aslında hep kişisel çıkarını tembih eder. Çocuğun okuması ve iyi eğitim alması onun geleceği içindir. Çocuk anne ve babasına ‘’ Neden okula gidiyorum?’’ diye bir soru yönelttiğinde o anne baba çocuğa ‘’ Geleceğin için.’’ diyecektir. Bu da bireyin gelişimdeki çıkar odaklı ilk duraklardan biri olabilir.
Eylem, bir insanın yapmak istediği için yaptığı düşünme sürecinden geçirilmiş etkinlikleridir. Ve insan kendi isteği ile ‘’biricik’’ hayatına değer verir. İnsan, bilinçli bir varlıktır ve bu bilinçlerle oluşturduğu etkinlikleri onun ahlakını da gösterir. İnsanın seçimleri onun değerleridir. ‘’ Ahlakı kurallar’’ denilen şeyin akıl süzgecinden geçirilmiş ve ‘’kişinin’’ değerleri ile harmanlanmış olması gereklidir. Ahlaki eylem sonucunda ise bir iş vardır ve bu iş için sarf edilen eforun karşılığını almak isteyebilir insan. Bu açıdan baktığımızda ahlak bir ticarettir diyebiliriz. Ahlaklı olmalı mıyım? Neden iyi olmalıyım? Bu soruların cevapları kişisel cevaba değinir bir noktada. Niçin her zaman ahlaklı olmalıyım sorusunda ise din devreye girecektir. Hadi bir örnek daha verelim: Besin ihtiyacını tam karşılayamayan ve karşılayabilecek imkânı olmayan birisinin yemek ya da para çalması onun için rasyoneldir tabi eğer Tanrı ve ahiret yoksa ve biz öldüğümüzde yok olup gidecek isek. Burada bir kâr-zarar terazisi vardır. Hangisinin ağır bastığı önemlidir. Bu durumda zarar; kişinin yakalanma korkusu, öz sayıgısını yitirmesi, çekeceği vicdan azabı, artık doğru ve iyi birisi olmadığını düşünmesi gibi şeylerdir. Kârı ise; o an için hayatının değişmesidir. Açlığını dindirebilmiştir ve onun için ‘’biricik’’ olan hayatının paçasını kurtarmıştır. Bu kar zarar terazisinde ‘’biricik hayat’’ ağır basması muhtemeldir. Ancak Tanrı var ise ahlaklı davranır kişi. Tabi bunun içinse Tanrı’nın ahiret vaadini vermesi yani aslında teizmin var olması gerekir. Neyse ki dostlarım birçok inançta tanrıcılık vardır. Ne kadar insanlar içi doldurulmuş bir şekilde ahlaksız olmak için bahane arasa da. Toparlarsak eğer benim burada anlatmaya çalıştığım ana cümle şu olacak: Ahlaki eylemler bir nevi kişi için bir ticaret oyunudur. Tanrı ile ve yahut kendisi ile bir çıkar ilişkisine girer kişi. Davranışlarının karşılığını almak ister. En nihayetinde insan çok düşünen akıllı bir insandır. Pis düşüncelere, ahlaksızlığa elbette yer verecektir bu kâr-zarar terazisinde koyduğunda. Ne kadar ahlaki eylem yalnızca teizmin varlığı ile var olabiliyorsa da davranışları ve düşünceleri çatışan birçok kişi vardır. Fakat bunun için üzgün veya keşke böyle olmasaydı diyemem. İnsanın olduğu her alanda ahlaksızlık ve hukuk var olmaya devam edecektir bu gayet normaldir ve gündemden eksileceğini sanmam. Amacım; kişinin üçüncü bir kişiden talep edebilme yetisine sahip olması tanımını eksik görmem ve üzerinde biraz düşünmek istememdi.
Kişinin, kurgusal bir varlık olduğu anlayışını yalnızca bir başka kişiden ve yalnızca kendisinden de ( kişinin kendisinden talebi olabilir.) talep ediyor ya da etmiyor oluşunu somut değerlendiremeyiz. Rasyonel olmak, önemli bir etmendir. Rasyonelliği belirleyemezsek eğer kişi için kurgusal varlık tanımını yapmamız yeterli değildir. Bu yüzden ‘’kişinin’’ kurulan ilişkide, o ilişki çerçevesinde bir şeyi yapma ya da yapmama, üçüncü kişiden bir şeyi yapmasını ya da yapmamasını talep edebilme yetisine ahlaklı-etik, yoldan sahip olduğu varsayılan varlıktır. Ve bu ahlaklı-etik olma yolunu ölçme yolumuz yoktur.