Elimde kahve bardağımla balkona çıkıyorum. Sandalyeyi oturacağım şekilde çekiştirip üzerindeki tozları elimin tersiyle silkeliyorum ve tam şehir ışıklarının bulutlara yansımasını görecek şekilde otuyorum. Arka cebimden mataramı çıkarıp iki parmak dudak payı bıraktığım kahveye bir parmak da viski ekliyorum. Bir sigara yakıyorum ve bir süre turuncu bulutlara bakıyorum. Sokaklardan siren sesleri ve bağırışlar yükseliyor yaklaşık iki haftadır olduğu gibi. Gözlerimi kapıyorum ve sesleri dinliyorum. İki haftadır gecenin belli saatlerinde insanlar sokaklara dökülüyor, bağırıyor, vuruyor, kırıyor, hatta kendilerinden olmayan gruplarla karşılaştıklarında ölümüne kavgaya tutuşuyorlar.

İki hafta önce bir kuyruklu yıldız geçti şehrin üzerinden. İnsanların çoğu ilk defa gördü bu masalsı manzarayı, bazıları göremedi ve bazıları da gördüğü halde bakmak istemedi. Görenler o gece mantıklı düşünebilme yetilerini kaybetti. Göremeyenler görenlerin deliliklerini engellemek için uğraşmaya başladı. Görüp de bakmayanlar bırakın gezmeyi, hafta içi

8-5 rutinlerini dahi gerçekleştirmek için evlerinden çıkmadı. Ben uzun süre önce bıraktım yıldızlara bakmayı, yıldızlı gecelerin efkârını.

Sesler yükselmeden hemen önce balkondaki yerimi alıyorum viskili kahve eşliğinde, iki haftadır bir fiil. Aramalara cevap vermiyorum; ailem, arkadaşlarım, sevgilim ne haldeler merak dahi etmiyorum. Anlamaya çalışıyorum, sadece ama sadece bu sebepsiz deliliği anlamaya çalışıyorum; çalışıyordum.

 

İki gün önce karşı apartmanda oturan adamın karısı adamı camdan aşağı attı. Adam yüz üstü yere düştü, kafasından sızan kan yoldaki çukurlara dolarken sırtında üç tane bıçak saplanmış olduğunu gördüm. Kadın ve iki çocuğu saatlerce gecenin turuncusuna baktılar. Ben de onları izleyerek bir paket sigara bitirdim.

 

Dün haberleri izlerken kameramanlardan birinin spikerin kafasında kamerayı parçalamasına ve kameramanın, kameranın düşen merceği ile boğazını kesmesine aklı başında memleket sakinleri olarak şahit olduk. O an bu deliliğe bir anlam katılamayacağını idrak ettim.

 

Sigaramın son fırtını çekiyorum, kahveden son bir yudum daha alıyorum ve izmariti kahve bardağının içine atıyorum. İzmaritin kahve kalıntısıyla birleştiğinde çıkan ses ile birlikte yerimden kalkıyorum, balkondan çıkıp arkamdan kapıyı kilitliyorum. Dördüncü katta oturmama rağmen balkon kapısını itina ile kilitlemeye dikkat ediyorum.

 

Dört gün önce 6 numaranın kedisinin 7 numaranın balkonundan içeri girip köpeklerine saldırdığını ve hayvancağızın acılar içinde son nefesini verişini işittim.

 

Üç gün önce 9 numaranın balkon kapısından iki kumrunun girip Semiha hanımın gözlerini oyduğunu apartman boşluğundaki konuşmalardan duydum.

 

Üzerime siyah kapüşonlumu geçirip kapüşonu örtüyorum. Asansöre binip “0” a basıyorum, kabinin içinde çürük et kokusu var. Gösterge “0” a geldiğinde dijital ekranda “cehennemin zemin katına hoş geldiniz” yazıyor.

 

Beş gün önce apartman görevlisinin asansörde karısının kafasını asansör kapısına sıkıştırarak koparışının dedikodusunu aldım.

 

Apartmandan dışarıya çıkıyorum ve motosikletime doğru yavaş adımlarla ilerliyorum. Sokağa bir mahşer sessizliği hâkim. Motosikletimin yanına geldiğimde üzerinde kan izleri görüyorum. Silmeden biniyorum ve kontağı çalıştırıyorum. Motorun sesi sokağın sükûnetini bozuyor ve kan lekelerinin üzerine oturmak biraz içimi buruyor.

 

Altı gün önce patronumun şirketin kazan dairesini patlattığına dair bir mail aldım.

 

Koltuğun altından madeni yağdan yer yer kararmış olan bir bez çıkarıp bastırarak kan lekelerini çıkarmaya çalışıyorum. Ben bastırdıkça kurumuş kan deri döşemeye daha da işliyor. Tam pes edip gaza köklemeye niyetlenmişken sağ taraftan koşar adım bana doğru gelen ayak sesleri duyuyorum. Kafamı çevirdiğimde sokağın başındaki terzinin ağzından salyalar saçarak ve bağırarak bana koştuğunu görüyorum. Aramızda iki metre kala üzerime doğru zıplıyor, birkaç adım geri gidiyorum ve terzi yere çakılıyor. Tam kalkacağı anda yüzüne gelişine bir tekme atıyorum, kafası arkaya gidiyor ve sırt üstü yere düşüyor. Yanına gidip ayağımla boğazına bastırıyorum ve gözlerinin içine bakıyorum.

 

Kuyruklu yıldız o kadar parlakmış ki görenlerin iris ve pupilleri silinmiş. Bembeyaz manasız küreleri kalmış geriye. Kafasında kamera parçalanmadan önce spikerin okuduğu son haberden biliyorum.

 

Terzinin boğazına biraz daha sert bastırıyorum, dişlerini sıkıyor ve dişlerinin arasından tükürükler saçılıyor. Birer irine benzeyen göz kürelerine bakıyorum. “Belki” diyorum kendi kendime, “belki mana bu beyaz bakışlardadır.” Bir sigara yakıyorum ve belimden silahımı çıkarıyorum. Mermiyi namluya sürüp terzinin kafasına doğrultuyorum;

“Sizler çılgınlıklarınızı özgürce dışa vurup istediğiniz yapıyor ve düşüncelerinizi delice bir hiddetle normal insanlara yansıtıyorsunuz. Sizin deliliğinizi gören ve susan insanları umursamıyorsunuz, duygularınızdan öyle mahrum kaldınız ki vicdana azabı nedir diye düşünemiyorsunuz ve umursamazca herkese, her şeye zarar veriyorsunuz. Ya da belki de şu anda zihninde kalan bir mantık kırıntısı merhamet gösterilmesi için yalvarıyor ama deliliğinize söz geçiremiyor. Peki ya kalan mantığının söz geçiremediği sikik zihnin şunu düşünüyor mu? Normal olan sizler ve deli olan normal gördüğünüz insanlarsa? Anlamayacağını biliyorum ama sana bir şey diyeyim mi Davut abi? Siz kendini deli diye adlandıranlar, normal insanlar delirdiğinde neler yapabilecekleri hakkında en ufak bir fikriniz dahi yok!”

Tetiği çekiyorum ve Davut abinin kafasından sıçrayan kanların bir kısmı motosikletimin arka jantına sıçrıyor.